- Katılım
- 2 May 2007
- Mesajlar
- 14,551
- Tepkime puanı
- 112
REŞİT GALİP ve ATATÜRK
Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi'nden geçerek inerler. Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir. Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip'in 41 yaşında göçüp gitmesi rol oynamıştır, belki de İnönü'yle yıldızının hiç barışmaması...
Rodos'ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris'e gelmiş.
Liseyi İzmir'de okumuşlar.
Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış.
Reşit Galip ise İstanbul Tıp'a gidip doktor olmuş.
Öğrenciyken gönüllü olarak I. Dünya Savaşı'na katılmış. Kafkas Cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.
1923 Mart'ında, hekimlik yaptığı Mersin'e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde Paşa'nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:
"Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir."
Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi'yi "milletin bir ferdi" sayan 30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş. Tabii en çok da Gazi'nin...
Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925'te Meclis'e girmiş.
Bir süre İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHF İdare Heyeti'nde görev almış. Türk Ocakları'nda, Halkevleri'nde çalışmış. Yine Atatürk'ün isteğiyle Serbest Fırka'ya girmiş. Ve Atatürk'ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada başlamış.
Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:
1931 sonbaharıydı. O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'in bir yakınmasıyla başladı. Esat Mehmet, Atatürk'ün Harbiye'den "tabya öğretmeni"ydi. Kazım Özalp'in "Atatürk'ten Anılar" kitabında yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı. Esat Mehmet, "kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini" belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi.
Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı:
"Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi" dedi. "Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. inkılaplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz."
Sofra gerildi.
Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı.
"Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız" dedi.
Ama Reşit Galip alttan almadı.
"Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılap ve zihniyet meselesidir. Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez."
Reşit Galip'in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı:
Halkevi'nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler için, Maarif Vekaleti'nden izin alamamışlardı.
Reşit Galip "Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez" diye kestirip attı.
Atatürk'ün kaşları çatıldı. "Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz" diye çıkıştı.
Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti.
57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı'nı işaret ederek dedi ki:
"Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis'te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır."
Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:
"Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?"
"Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır."
"Sizi de eleştiririm!"
Bunun üzerine Gazi'nin sabrı taştı:
"Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı'na hakaret etmenize müsaade edemem" diye haşladı.
Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı:
"Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir'a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz."
ilk kez Atatürk'ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.
Reşit Galip'in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu'nda, Rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekanın sahibi Madam Senya'dan "İş Bankası' ndan kredi alamıyoruz" yakınmasını dinlemiş ve orada bir kağıda iş Bankası Genel Müdürü'ne hitaben "yardımcı olunması" isteğini yazmış, Rus çifte vermişti. Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.
Atatürk bu kez kızmadı;
"Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin" diyerek kibarca Reşit Galip'i sofradan kovdu.
Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı:
"Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır."
Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp "Öyleyse biz kalkalım" dedi. Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip'i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar.
Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:
Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı'nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir.
Atatürk uyandığında Genel Sekreteri'ne Reşit Galip'i sorar. "Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara'ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik" derler. Atatürk:
"Ankara'ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz" der.
Sonra "Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var" diye ekler.
1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip'in Ankara Radyosu'ndaki bir konuşmasını dinler;
"Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile" demektedir.
Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder. Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder. Onun yanına da, hocası Esat Mehmet'i oturtur. Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı'nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.
Rose Noir olayı mı?
Onu da hatırlatalım:
İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kağıdı alınca doğruca Dolmabahçe Sarayı'na gelmiş, Ata'nın ricacı olduğu krediyi vermeye kuralların uygun olmadığını bildirmiş,talebi reddetmiştir.
*******************
Reşit Galip'in bakanlığı sadece 13 ay sürdü. Bu süre içinde Darülfünun'dan üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı.
Eşi Zübeyre Hanım'ın deyimiyle "deli gibi çalışıyor" ama Atatürk'e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla gidiyordu.
Aslında Atatürk'le araları iyiydi. O Gazi'ye "Paşam", Gazi de ona "Doktor" diye hitap ederdi.
*******************
Torunu Feyhan Oran'a "Peki ne oldu da ayrıldı?" diye sordum. Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk, "Seni eve ben bırakacağım" demiş. Eve bırakınca o da saygıdan, "Ben de sizi uğurlayacağım Paşam" karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış. O gece zatürree olmuş.
Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim'inde görevden ayrılmış. 1934 yazında Moda'daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş. Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış. Keçiören'deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında yatmış.
1934'te, 41 yaşında hayata veda etmiş.
"Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış" dedi hiç görmediği torunu Feyhan:
"Anneannem üç çocuğunu büyütebilmek için Afet İnan'dan yardım istedi. Atatürk'ün yardımıyla krediyle bir ev aldılar. O evin bir odasına sığışıp diğer daireleri kiraya vererek geçindiler."
****************
Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan "Türküm doğruyum çalışkanım" andı var ya...
Geçenlerde sevgili hocam Prof. Dr. Baskın Oran'ın eşi Feyhan, "Biliyor musun o andı kim yazdı?" diye sordu.
"Kim?" dedim merakla...
"Dedem."
"Deden kim?"
"Reşit Galip..."
İnanılır gibi değil.
Ne o andın 1933'ün 23 Nisan günü Reşit Galip'in kaleminden çıktığını biliyordum ne de Feyhan'ın Atatürk döneminin Maarif Vekili Reşit Galip'in torunu olduğunu...
***************
Feyhan ilkokulda her sabah içtiği andın dedesinin kaleminden çıktığını ilkokul sonda annesinden öğrenmiş.
Can Dündar
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
-Merhaba nine.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
-Merhaba dedi.
-Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp,
-Neden sordun ki, dedi. Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
-Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
-Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
-Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
-Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey..
-Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.
-Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
Bana dönerek,
-Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.
İkisi de ağlıyordu.İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
-Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.
Oradakilere şu emri verdi;
'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.
Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.
*Atatürk`ün dünyada `başöğretmen'
sıfatlı tek lider
olduğunu, Bir geometri kitabı
yazdığını, Üçgen, açı,
dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin
(Türkçe) isim babasının bizzat Mustafa Kemal
olduğunu.
*Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim
olduğunu.
*''Atatürk'' çiçeği'nin adını,
çiçeği bulan Wanderbit
Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk
Landın`in
koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu
isimle üretilip
satıldığını.
*Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir
zorlama ve baskı
olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk
büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin
önüne
geçtiğini ve saygı duruşunda
bulunduğunu.
*''Mimber'' adında bir gazete
çıkarttığını ve 52 sayı
yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi
geçtiğini.
*Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok
kadın
askerlerimizin olduğunu, Dünya tarihine geçen tek
bir
üsteğmenimizin olduğunu, Üstteğmen Kara
Fatma'nın 700
erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin
reiseliğine
bizzat Atatürk tarafından atanmış
olduğunu.
*Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye
olmayı
düşünüyor musunuz?" diye sorulduğunda
"Şartlarımızı
koyarız, kabullerine bağlı. Biz
müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse
düşünürüz" dediğini ve bunun üzerine BM
yasasının
değiştirildiğini ve üyeliğe davet
edilen ilk ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu.
*1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en
buhranlındöneminde, danışman, senatör
ve bakanlarından
oluşan yüz yirmiden fazla
kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil,
büyük istidadı ile
MustafanKemal'i görmek için neler vermezdim"
dediğini.
*1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde
yayınlanan
bir şiirde; "Allah bir ülkeye yardım etmek
isterse
onun elinden tutmak isterse başına Mustafa
Kemal gibi
lider getirir" denildiğini.
*1996'da Haiti Cumhurbaşkanının
vasiyetinde, mezar
taşına yazılmasını
istediği metinde; "Bütün ömrüm
boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü
anlamış ve uygulamış olmaktan
dolayı mutlu öldüm"
yazdığını.
*2000'de ABD Başkanı'nın milenyum
mesajında; ''
Milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet
adamı
Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü o yılın
değil asrın
lideri olabilmeyi başarmış tek
liderdir" denildiğini.
*2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden
birisi
olan Mr. Johns`un önerisinin "Türkiye ekonomiyle
savaşta bir tek Atatürk'ü örnek alsın yeter"
olduğunu.
***************************
2006'da ise !!!!!!!!!!!!!!!
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
AB Uyum yasalari geregince devlet
dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldirilmasinin
istendiğini.
BİLİYOR MUYDUNUZ!!!