shedesign
👑Efsanevi Grafiker👑
Biyografi
19 nisan 1946’da İstanbul’da doğan Duygu Asena, bir gazetede yazmaya başladığı ilk yıllarda "Şirin" imzasını da kullandı.
Atatürk’ün yaveri CHP milletvekillerinden Ali Şevket Öndersev’in torunu olan Duygu Asena, Kadıköy Özel Kız Koleji’ni ve İstanbul Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nü bitirdi.
Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği ve İÜ Çocuklarevi’nde pedagog, bir reklam şirketinde metin yazarı olarak çalıştı. İlk yazısı "Hürriyet" gazetesinin "Kelebek" ekinde çıkan (1972) Duygu Asena, "Kadınca" (1978), "Onyedi", "Ev Kadını", "Bella", "Kim", "Negatif" dergilerini yönetti. TRT-2’deki "Ondan Sonra" programını hazırlayıp sundu (1992-1997). "Milliyet" gazetesinde başladığı köşe yazarlığını "Cumhuriyet", "Yarın" ve “Vatan” da sürdürdü.
İlk kitabı "Kadının Adı Yok"la adını duyuran Asena’nın geniş bir okur kitlesine ulaşan bu yapıtı 1998’de müstehcen bulunarak yasaklandı. İki yıl süren dava sonucunda yayımına tekrar izin verildi ve aynı yıl yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filme alındı.
1995 Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar Ödülü
1988 Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar Ödülü (Kadının Adı Yok)
1988 Nokta Dergisi Doruktakiler Ödülü
Duygu'suz olmaya dayanamayacak inatçılarla kalabalıklaşacak, renklenecek, genişleyecek, zenginleşecek yeni bir yol.
Çıktığı yaşam yolunda, haksızlıklara, saldırılara, kıskançlıklara, dışlamalara inatla nasıl baş kaldırıp pervasızca koştuysa.Sevginin, aşkın, dostluğun, yalnızların koluna girip gülümseyerek, göz kırparak, el sallayarak nasıl yürüdüyse. Amansız hastalığı sırasında da aynı inatçılığını ve duruşunu sürdürdü; O da hastalığa "aman" vermemeye çalıştı.
Tümörün sızamadığı beyin hücreleriyle, fazlasıyla gelişmiş diğer dört duyusuyla O'nun iletişimini "her şeye rağmen" kesmeyeceğinden emin, "Eski halinden eser kalmamış" halini değil, kendisini gören inatçı gözlere aynı gülümsemeyi, aynı göz kırpmalarını, aynı el sallamalarını an be an sürdürdü; o anların keyfini çıkardı, zaman zaman kahkahalar attığı bile oldu. Bakmasını bilenler gördü. Ama sonra bir başka inadı tuttu; "bir de öbür tarafın penceresinden bakayım, biraz da o taraftan sevdiklerimle iletişime geçeyim. " inadı.
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi iletişimcilerinden biriydi, çok sosyaldi ayrıca Duygu Asena. Sevdikleriyle, okurlarıyla, desteğine, O'nun sevgisine ve paylaşımına ihtiyacı olanlarla görüşür, birlikte olmasını sağlayabilecek tüm iletişim araçlarını kullanırdı.
Arzu ettiği araçlardan biri de, kendi web sitesiydi.
Gündüz işimin dışında geceleri evde ek işlerle de geçimimi tamamlamaya çalıştığım 2001 yılıydı. Eski can dostlarımdan biri olan Metin Karaşahin'in talebi üzerine bir web sitenin içerik editörlüğünü almıştım. İçeriğin üzerinde çalışırken Duygu Asena çaldırdı telefonumu. Birkaç gün önce onu aramış, "dışarı bir yerlere gidelim" demiştim. "Çıkalım mı?" diye soruyordu. Çalıştığımı, sitenin içeriğini ertesi gün teslim etmem gerektiğini söyledim, "yarın çıkalım mı?" dedim. "Olur" dedi ve ekledi, "hep adıma bir web sitesi olmasını istemiştim ama uğraşmaya hiç fırsat olmadı. Hangi şirket bu?". Söyledim. Ajansın sahibinin eski mesai arkadaşlarımızdan Metin Karaşahin olduğunu duyunca sevindi, daha da heveslendi.
Akaretler Yokuşu'nun başındaki North Shields Pub'da buluştuk. Metin siteyi tasarlayacak ve programlayacak, Duygu Asena tüm bilgi ve görsellerini teslim edecek, ben de bilgileri edite edecektim. Asena, kontrol edip onay verince de site hayata geçecekti. Olmadı bir türlü. Yolculukları, işleri, işlerim. O bilgi ve görselleri teslim etmeyi atladı, ben de O'nu "push" etmeyi. Duygu Asena adına internet adreslerini tescil ettirmiş, bizden site malzemelerini bekleyen Metin birkaç kez arayıp sordu, "sorarım, hatırlatırım" dedim; araya zamanlar girdi, buluştuğumuzda, görüştüğümüzde aşk, meşk, iş, güç konuşmak tüm zamanımızı aldı. Kaldı işte! İşten güçten, koşuşturmaktan kaldı, benim de aklımdan çıktı gitti! Sonra da Duygu Asena, öbür tarafı görme inadından çekti gitti!
Metin arayıp, Duygu Asena'nın web sitesini sevenleri için hayata geçireceğini söyleyip kafasındaki projeyi anlatınca. Duygu Asena'nın isteklerinden birinin olmasının öneminin yanında Duygu'suz kalmamanın bir başka yolu göründü gözüme. Kitaplarını, yazılarını okumak, fotoğraflarına bakmak, O'nu, anıları düşünmek, dostlarla O'nu paylaşmanın dışında O'nun da bu tarafla iletişimini sağlayacak, adını "unutulanlar" listesine yazdırmayacak, Duygu Asena'nın yaşam inadını sürdürecek yeni bir yol...
Üstelik her geçen gün Duygu'suz olmaya dayanamayan inatçılarla kalabalıklaşacak, renklenecek, genişleyecek, zenginleşecek; ayrıca Duygu Asena'yı artık yok ettikleri sanrısına kapılanlara karşı da O'nun varlığını hep hissettirecek bu yola, Duygu Asena'ya yol arkadaşlığı etmeye çağırıyorum sizi...
Dedim ya, Duygu Asena çok inatçıydı. Sevenleri de öyle. Bilen bilir, bilmeyen de çoktan öğrenmeliydi!
Züleyha Güvener
Duygu Asena'nın ardında, yüreğiyle yanında yol arkadaşlığını her zaman sürdürecek arkadaşlarından sadece biri.
03 Ağustos,2006
Duygu Asena'yla aynı büroyu paylaştık bir ara...
1987'de yeni bir gazetenin heyecanındaydık.
Ercan Arıklı hepimizi Söz'de buluşturmuştu.
Gazete beklenen satış rakamına ulaşmayınca bir "kurtarıcı" arandı:
Aranan çare, hemen yan odadaydı.
O yıl çıkan ilk kitabı "Kadının Adı Yok" ortalığı kasıp kavurmuştu.
Derhal devamı ısmarlandı.
Gazetenin 10. gününde "Dev Yazı Dizisi" anonslandı:
"Kadının Adı Yok - 2"
Duygu, daha yazmaya başlamamıştı bile...
Daktilo başına geçtiğinde hepimiz heyecanla başucundaydık.
İlk satırları, çektiği aşk acısını anlatıyordu:
"Ne güzel ağlıyorum geceleri... Ondan ayrıldığım son gece gibi, yastığım hep ıpıslak. Ipıslaklığa yüzümü sürüyorum, sanki onun elleri; nemli ve terli..."
Bunlar hemen yayına veriliyor, devamı için gözler yine Duygu'ya dönüyordu.
Zavallı Duygucuk, duygularını günlük periyotta kâğıda dökebilmek ve gazeteye yetiştirebilmek için çırpınıyordu.
O telaştan, Türkiye'nin en çok satan romanlarından biri çıktı:
"Aslında Aşk da Yok"
* * *
Dün yine aynı mekanı paylaştık onunla...
Ayrı kentlerde, birer hastane odasında...
Bu kez acılardı bizi buluşturan...
Ve farklıydı sebebi, yastıktaki nemin...
O, hayatının en zorlu ameliyatına girdi dün...
Ben, dizine protez takılan annemin başucunda bekledim.
Gün boyu bir kulağım annemin düzensiz nefesindeydi, diğeri Duygu'dan gelecek haberde...
Şifa peşindeyken insan - hastanedeyken yani - nasıl da ayak diriyor geçmeye zaman...
O her daim gürül gürül çağlayan ırmak, suyu çekilmiş bir dere gibi hareketsiz duruyor, akmadan...
Güzelim geceleri sabırsızca noktalayan güneş gelmek bilmiyor.
Bir türlü sabah olmuyor.
Yürümüyor, mutluyken deli gibi koşturup duran akreple yelkovan...
Bir ameliyat kapısında beklerken, zaman tanrısının nasıl ikiyüzlü olduğunu fark ediyor insan...
* * *
Sonra güler yüzlü, usta bir doktor (ki bizimkinin adı Bülent Erdemli),
Ya da becerikli, melek bir hemşire (ki bizimkinin adı Naime Korkut),
Veya ansızın çıkagelen müşfik bir dekan (ki bizimkinin adı Tümer Çorapçıoğlu),
Ve onca zorluk içinde şifa dağıtmaya çalışan kadrolardan, akrabalardan, dostlardan oluşan bir sevgi çemberi...
... çekip alıveriyor insanın acısını bedeninden...
Gece sabaha dönüyor; zaman normale...
Yeniden, gürüldeyen bir ırmak oluyor o suyu çekilmiş dere...
Taranıyor annemin yastığına dağılmış gümüş saçları...
Yaralı bacak yürüyor.
Islak yastık kuruyor.
Darısı başına Duygu...
Darısı başına!..
19 nisan 1946’da İstanbul’da doğan Duygu Asena, bir gazetede yazmaya başladığı ilk yıllarda "Şirin" imzasını da kullandı.
Atatürk’ün yaveri CHP milletvekillerinden Ali Şevket Öndersev’in torunu olan Duygu Asena, Kadıköy Özel Kız Koleji’ni ve İstanbul Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nü bitirdi.
Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği ve İÜ Çocuklarevi’nde pedagog, bir reklam şirketinde metin yazarı olarak çalıştı. İlk yazısı "Hürriyet" gazetesinin "Kelebek" ekinde çıkan (1972) Duygu Asena, "Kadınca" (1978), "Onyedi", "Ev Kadını", "Bella", "Kim", "Negatif" dergilerini yönetti. TRT-2’deki "Ondan Sonra" programını hazırlayıp sundu (1992-1997). "Milliyet" gazetesinde başladığı köşe yazarlığını "Cumhuriyet", "Yarın" ve “Vatan” da sürdürdü.
İlk kitabı "Kadının Adı Yok"la adını duyuran Asena’nın geniş bir okur kitlesine ulaşan bu yapıtı 1998’de müstehcen bulunarak yasaklandı. İki yıl süren dava sonucunda yayımına tekrar izin verildi ve aynı yıl yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filme alındı.
1995 Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar Ödülü
1988 Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar Ödülü (Kadının Adı Yok)
1988 Nokta Dergisi Doruktakiler Ödülü
Duygu'suz olmaya dayanamayacak inatçılarla kalabalıklaşacak, renklenecek, genişleyecek, zenginleşecek yeni bir yol.
Çıktığı yaşam yolunda, haksızlıklara, saldırılara, kıskançlıklara, dışlamalara inatla nasıl baş kaldırıp pervasızca koştuysa.Sevginin, aşkın, dostluğun, yalnızların koluna girip gülümseyerek, göz kırparak, el sallayarak nasıl yürüdüyse. Amansız hastalığı sırasında da aynı inatçılığını ve duruşunu sürdürdü; O da hastalığa "aman" vermemeye çalıştı.
Tümörün sızamadığı beyin hücreleriyle, fazlasıyla gelişmiş diğer dört duyusuyla O'nun iletişimini "her şeye rağmen" kesmeyeceğinden emin, "Eski halinden eser kalmamış" halini değil, kendisini gören inatçı gözlere aynı gülümsemeyi, aynı göz kırpmalarını, aynı el sallamalarını an be an sürdürdü; o anların keyfini çıkardı, zaman zaman kahkahalar attığı bile oldu. Bakmasını bilenler gördü. Ama sonra bir başka inadı tuttu; "bir de öbür tarafın penceresinden bakayım, biraz da o taraftan sevdiklerimle iletişime geçeyim. " inadı.
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi iletişimcilerinden biriydi, çok sosyaldi ayrıca Duygu Asena. Sevdikleriyle, okurlarıyla, desteğine, O'nun sevgisine ve paylaşımına ihtiyacı olanlarla görüşür, birlikte olmasını sağlayabilecek tüm iletişim araçlarını kullanırdı.
Arzu ettiği araçlardan biri de, kendi web sitesiydi.
Gündüz işimin dışında geceleri evde ek işlerle de geçimimi tamamlamaya çalıştığım 2001 yılıydı. Eski can dostlarımdan biri olan Metin Karaşahin'in talebi üzerine bir web sitenin içerik editörlüğünü almıştım. İçeriğin üzerinde çalışırken Duygu Asena çaldırdı telefonumu. Birkaç gün önce onu aramış, "dışarı bir yerlere gidelim" demiştim. "Çıkalım mı?" diye soruyordu. Çalıştığımı, sitenin içeriğini ertesi gün teslim etmem gerektiğini söyledim, "yarın çıkalım mı?" dedim. "Olur" dedi ve ekledi, "hep adıma bir web sitesi olmasını istemiştim ama uğraşmaya hiç fırsat olmadı. Hangi şirket bu?". Söyledim. Ajansın sahibinin eski mesai arkadaşlarımızdan Metin Karaşahin olduğunu duyunca sevindi, daha da heveslendi.
Akaretler Yokuşu'nun başındaki North Shields Pub'da buluştuk. Metin siteyi tasarlayacak ve programlayacak, Duygu Asena tüm bilgi ve görsellerini teslim edecek, ben de bilgileri edite edecektim. Asena, kontrol edip onay verince de site hayata geçecekti. Olmadı bir türlü. Yolculukları, işleri, işlerim. O bilgi ve görselleri teslim etmeyi atladı, ben de O'nu "push" etmeyi. Duygu Asena adına internet adreslerini tescil ettirmiş, bizden site malzemelerini bekleyen Metin birkaç kez arayıp sordu, "sorarım, hatırlatırım" dedim; araya zamanlar girdi, buluştuğumuzda, görüştüğümüzde aşk, meşk, iş, güç konuşmak tüm zamanımızı aldı. Kaldı işte! İşten güçten, koşuşturmaktan kaldı, benim de aklımdan çıktı gitti! Sonra da Duygu Asena, öbür tarafı görme inadından çekti gitti!
Metin arayıp, Duygu Asena'nın web sitesini sevenleri için hayata geçireceğini söyleyip kafasındaki projeyi anlatınca. Duygu Asena'nın isteklerinden birinin olmasının öneminin yanında Duygu'suz kalmamanın bir başka yolu göründü gözüme. Kitaplarını, yazılarını okumak, fotoğraflarına bakmak, O'nu, anıları düşünmek, dostlarla O'nu paylaşmanın dışında O'nun da bu tarafla iletişimini sağlayacak, adını "unutulanlar" listesine yazdırmayacak, Duygu Asena'nın yaşam inadını sürdürecek yeni bir yol...
Üstelik her geçen gün Duygu'suz olmaya dayanamayan inatçılarla kalabalıklaşacak, renklenecek, genişleyecek, zenginleşecek; ayrıca Duygu Asena'yı artık yok ettikleri sanrısına kapılanlara karşı da O'nun varlığını hep hissettirecek bu yola, Duygu Asena'ya yol arkadaşlığı etmeye çağırıyorum sizi...
Dedim ya, Duygu Asena çok inatçıydı. Sevenleri de öyle. Bilen bilir, bilmeyen de çoktan öğrenmeliydi!
Züleyha Güvener
Duygu Asena'nın ardında, yüreğiyle yanında yol arkadaşlığını her zaman sürdürecek arkadaşlarından sadece biri.
03 Ağustos,2006
Duygu Asena'yla aynı büroyu paylaştık bir ara...
1987'de yeni bir gazetenin heyecanındaydık.
Ercan Arıklı hepimizi Söz'de buluşturmuştu.
Gazete beklenen satış rakamına ulaşmayınca bir "kurtarıcı" arandı:
Aranan çare, hemen yan odadaydı.
O yıl çıkan ilk kitabı "Kadının Adı Yok" ortalığı kasıp kavurmuştu.
Derhal devamı ısmarlandı.
Gazetenin 10. gününde "Dev Yazı Dizisi" anonslandı:
"Kadının Adı Yok - 2"
Duygu, daha yazmaya başlamamıştı bile...
Daktilo başına geçtiğinde hepimiz heyecanla başucundaydık.
İlk satırları, çektiği aşk acısını anlatıyordu:
"Ne güzel ağlıyorum geceleri... Ondan ayrıldığım son gece gibi, yastığım hep ıpıslak. Ipıslaklığa yüzümü sürüyorum, sanki onun elleri; nemli ve terli..."
Bunlar hemen yayına veriliyor, devamı için gözler yine Duygu'ya dönüyordu.
Zavallı Duygucuk, duygularını günlük periyotta kâğıda dökebilmek ve gazeteye yetiştirebilmek için çırpınıyordu.
O telaştan, Türkiye'nin en çok satan romanlarından biri çıktı:
"Aslında Aşk da Yok"
* * *
Dün yine aynı mekanı paylaştık onunla...
Ayrı kentlerde, birer hastane odasında...
Bu kez acılardı bizi buluşturan...
Ve farklıydı sebebi, yastıktaki nemin...
O, hayatının en zorlu ameliyatına girdi dün...
Ben, dizine protez takılan annemin başucunda bekledim.
Gün boyu bir kulağım annemin düzensiz nefesindeydi, diğeri Duygu'dan gelecek haberde...
Şifa peşindeyken insan - hastanedeyken yani - nasıl da ayak diriyor geçmeye zaman...
O her daim gürül gürül çağlayan ırmak, suyu çekilmiş bir dere gibi hareketsiz duruyor, akmadan...
Güzelim geceleri sabırsızca noktalayan güneş gelmek bilmiyor.
Bir türlü sabah olmuyor.
Yürümüyor, mutluyken deli gibi koşturup duran akreple yelkovan...
Bir ameliyat kapısında beklerken, zaman tanrısının nasıl ikiyüzlü olduğunu fark ediyor insan...
* * *
Sonra güler yüzlü, usta bir doktor (ki bizimkinin adı Bülent Erdemli),
Ya da becerikli, melek bir hemşire (ki bizimkinin adı Naime Korkut),
Veya ansızın çıkagelen müşfik bir dekan (ki bizimkinin adı Tümer Çorapçıoğlu),
Ve onca zorluk içinde şifa dağıtmaya çalışan kadrolardan, akrabalardan, dostlardan oluşan bir sevgi çemberi...
... çekip alıveriyor insanın acısını bedeninden...
Gece sabaha dönüyor; zaman normale...
Yeniden, gürüldeyen bir ırmak oluyor o suyu çekilmiş dere...
Taranıyor annemin yastığına dağılmış gümüş saçları...
Yaralı bacak yürüyor.
Islak yastık kuruyor.
Darısı başına Duygu...
Darısı başına!..