- Katılım
- 14 Ağu 2007
- Mesajlar
- 3,962
- Tepkime puanı
- 175
- Yaş
- 41

“Sistem içinde bireyin sanat eğitimini hangi anlamda gerçekleştirmemiz gereği irdelenirken, eğitimin sorgulanması da kaçınılmaz olmaktadır. Eliel Saarinen, “Form Aroması, Sanat Üzerine Bir Deneme” de; eğitimin, olayların öğretimini ve bunlar ne için düşünülmüş ise onların, periyodik düzenlemesini kapsadığını söylemektedir.Bu konuda önemli bir saptaması da; öğrencinin, öğretim süresince her türlü malzeme ile doldurulacak bir çuval gibi görülmesidir. Okul yılı bittiğinde her şey orada ise öğrenci uygun notu almıştır. Daha fazla doldurabilmesi için çuvalını üniversiteye gönderebilecektir.Sanat eğitimine gereksinim eğitimi ile sanatsal yaratıcılığa yönelik eğitim, uygun bir denge oluşturacak biçimde birleştirilerek yönteminin ortaya konulması gerekmektedir. Eliel Saarinen Ortaçağ ve öncesinde usta – çırak ilişkisi içinde, zamanın ifadesini, ruhunu, bilgisinin ustalıkla kazanıldığını belirtmektedir. Böyle bir ortamda, yaratmanın özgürlüğünü sınırla engelleyecek kuru dogmalar bulunmamaktaydı. Burada öğretim de uygulanmıyordu. Çünkü o yıllarda sanatın okutulamayacağı ancak öğrenilebileceği düşünülmekteydi. Yapılmakta olan formdan ilham aldılar ve onlara kılavuzluk eden de formdu. Anlamasında, takdirinde ve doğru sanatın yaratılmasındaki eğitmen, ” sanatın kendisi” olmaktaydı. Sanat eğitiminin bu biçimde yaratıcılık ve teknikler kuşaktan kuşağa geçerek sağlanmaktaydı. Sanat dallarının hepsinde öğretilmesi ve uygulanması şeklinde eğitim yapılmaktaydı. Bu yolla zamanın “anlatım dili” oluşmaktaydı.E. Saaninen , bu tarz eğitime “yaratıcı öğrenim” demektedir. Yaratıcı öğrenim, içten gelme ve yaratıcı sanat kalitesine dayandığı halde sanat eğitiminin hüküm süren tarzı, geçmiş yüzyılların mirası olan sanat formunun kopyacı formuna dayanmaktadır. Bu nedenle sanat eğitiminin hüküm tarzı büyük ölçüde adı geçen kopyacı kavramın kendisinden çıkan doktrinlere ve formüllere dayanan, dogmatik bir öğretim olmak zorundadır. Bu durumuyla da ” yaratıcı öğrenimden” çok uzaktır, ” O, diyebiliriz ki ” dogmatik öğretim” olmaya mahkumdur.”Daha sonraları yaşanılan çağla bütünleştirme anlayışı içinde yaşamla sanat yakınlaştırılmaya çalışılmış; ancak bu aşamadan sonra sanatı yaşamdan daha yüksek bir seviyeye taşıma çabalarına girilmiştir.
Günümüz dünyası bilimin buluş yapabilmesi için yaratıcı düşünceyi kaynak alınması gerektiğini bilmektedir. Tüm duyum ve yetilerimizle birlikte kurulacak zihinsel etkinliğin buluş yapabilme ile çekiştiği noktanın insanlık için ne anlama geldiğinin bilincidir bu. Aynı noktada sanatla, bilimdeki yaratıcı düşüncenin “buluş” da biçimlendiği gerçeği yeni bakış açılarının geliştirilmesine neden olmaktadır. Bilimde de sanatta da yaratıcılığın göstergesi olan buluşlar, hep değişik alternatiflerde düşünebilmeyi, alternatiflerin içinden en uygun olanı seçebilmeyi, dolayısıyla olayları bir ilişkiler bağlamında değerlendirebilmeyi, sezgi gücünü geliştirmeye bağlı görünmektedir. Bu ise, alana özgü deneyim ve bilgi birikimi gerektirmektedir. Bu anlamda sanat eğitimi de, yaratıcılık ve buluş yapma yeteneğini geliştirici yönde olmalıdır. Kullanılacak öğretim yöntemlerinin söz konusu durumu gerçekleştirebilmesi için, değişime açık ve esnek olmalıdır.Yaratıcılığın göstergelerinden olan buluş ve patentler konusunda ülkemizin durumu incelendiğinde pek parlak olmadığı görülmektedir. 1879′ da çıkan patent yasasından bu yana ( 110 yılı aşkın bir sürede) ve yabancı uyrukluların dışında ülke insanına ait 3.000 patentin kaydedildiği görülmektedir. On yıl öncesinin verilerine göre de, Türkiye’de iki patent kaydı saptanmıştır. Bu sonuçlar genel eğitim ve sanat eğitimi ek***liğinin bilim ve teknolojiye yansımasının bir göstergesi olmaktadır. Örneğin Alman eğitim sisteminde öğrenciler, ilköğretimin dördüncü sınıfında zeka ve yetenek araştırmalarıyla meslek, sanat ve bilimsel alanlara yöneltilmektedir. Böylece üniversite kapılarında yığın oluşturmak yerine; üniversitelerin öğrencilerini seçebilmesi sağlanırken, öğrencilerini de başarılı olabilecekleri alana dair bilinçlendirmektedir.
Sanat eğitiminin yeri ve bizim sistemimizdeki durumu konusunda Devrim Erbil;Sanat eğitiminde, ezbere dayalı bilgiler kişiyi bir yandan biçimciliğin tuzağına düşürür, öte yandan da çok boyutlu düşünce alışkanlığını köreltir. Böyle bir yaklaşım giderek neden – sonuç ilişkilerini yok ettiği için; dün – bugün – yarın arasında uzayan çizginin sürekliliğini koparır. Örneğin, Picasso ‘dan söz açılmışsa O’nun çağa yüklediği anlamı irdelemek, doğruları bulmak ve vardığı sonuçları yaşama uygulamak yerine, ezberlenmiş bilgilerle yetinen bir kişi kestirme bir yolu yeğlemiş demektir. Çaba göstermesi gerekmez, yürürlükte olanla, geçerli olanla çatışmaz, ama sıradan bir kişilik yansıtır.Nitelikli sanat yayınları, slaytlar ve onları göstermede kullanılan araç – gereç, video çekici ve oynatıcıları, dokümanter filmler, galeriler, bol ve uygun ışıklı atölyeler bugün sanatı meslek olarak öğreten yüksek öğretim kurumlarında bile yeterli oranlarda değildir. İlk ve orta öğretim kurumlarında ise yok denecek kadar azdır. Oysa, sanat eğitimi yaratıcı ve çok yönlü düşünceyi geliştirdiği için batı eğitim sistemi içinde ön sırada yer almaktadır. Bizde resim dersi :
1- Resim yapabilmeye yönelik,
2- Yaratıcılığı devindiren anlamda işlevi yok.
Çözüm, Bauhaus Okulu örneği olabilir. Ancak yeni çözümler de gerekli, yeni yayınlar ve yöntemler bu anlamda incelenmelidir.”Sanat, çağdaşlığın bir ölçütü durumundadır. Sanat eğitiminin amacı öğrenciyi sanatçı olarak yetiştirmek değildir”/ ” Bakmayı, görmeyi öğrenmek; yaşamı kavramak, mutlu olmak, çok yönlü olmak, yaşam biçiminde yaratıcı, sorgulayan, eleştiren, özgüveni ve erdemleri gelişmiş, uygar, barışçıl ve özgür düşünceli bir kişiliğin gereğidir” Çağdaş sanatın ve eğitimin temel amacı da bunu gerçekleştirmek olmalıdır.Sanat eğitimi yalnız kurumsal sorunlarla değil, sanatın ve estetiğin yaratıcı düşünceden, ürün vermeye ve eleştiriye kadar uygulamadaki tüm sorunları ve bunların çözümleriyle de yakından ilgilidir. Bireyin görsel yetileri ve görsel biçimler yaratma yetileri bakımından gelişmesindeki etkili yöntemleri araştırarak, saptanan amaca göre en uygununu bulmaya çalışmaktadır.
Modern bilim ve teknoloji çağdaş sanatı, yaratma sürecinden biçimsele ulaşılana kadar etkilerken, sanatın dili, yaratıcılık ve problem çözmeyi kapsamasıyla bir “öğrenme” konusu olmaktadır. Bu nedenle, sanat öğretiminin gerekliliği çocuk büyüdükçe , kendiliğindenlik , içtenlikteki coşkulu anlatım yerini daha kuru anlatımlara bırakmaktadır. Bu nedenle sanat öğretiminin gerekliliği, orta öğretimde daha çok hissedilmektedir.Kırışoğlu’na göre:
” Sanatta öğrenme gerçek bir yaratma sürecindedir. Bu sanatçıların yaratma sürecine eş bir çalışma bütünüdür.Onun için, sanatçı gibi çalışarak sanatı öğrenmek, başka türlü öğretim biçiminden daha kolaydır. Sanatçı gibi çalışmak demek;
a- Gereci nitelikleri ve olanaklarıyla öğrenmek,
b- Gerece biçim verirken estetik bütünlüğü sağlamayı öğrenmek
c- Kendi çalışmalarına olduğu kadar, başkalarının çalışmalarına eleştirel bir tavırla yaklaşmayı öğrenmek demektir.
İşte burada gerekli olan “estetik” dersidir.Genç olma yolundaki kişinin artık sanat konusunda bazı şeyleri öğrenmesi gerekmektedir. Genç, öğrenecek ki yapabilsin yaratabilsin, gene öğrenecek ki ilgi duyabilsin, sevebilsin.”
Bütün eğitim durumlarında olduğu gibi ” sanatta öğrenmenin olabilmesi “öğrenmenin” işleyişinden farklı değildir. Hazırlanmış bir ortamda, öğrenmeye “hazır olma” , uyarılma, sanatçının çalışma sürecine katılarak “güdü”lenme ve bunun sonucunda kazanılmış olanı “davranışa” dönüştürebilme. Döngüsellik burada da vardır. Bu durumda sanat ve eğitim için gerekenler ve bunların gerektirdiklerinde aynı nedensellik olduğunu söyleyebiliriz. Nasıl ki gerçek anlamda genel eğitim – öğretim birkaç katlı bina ile ve donanımsız yapılamıyor ise, sanat eğitim de donanımsız yapılamayacaktır. Donanımla kastedilen yalnız mekansal ve araç – gereç değil, programın içeriğinden uygulayanın niteliğine kadar geniş bir anlamı kapsamaktadır. Okul ortamındaki anlayışın; sanatsal yaratmalara değer veren, imkan sunan, sanata ilgisini bir bütün olarak hissettiren, güdüleyici her ayrıntıyı düşünen bir yapıda olması gerekir. Dört duvar ve sıralardan oluşan sanat dersleri öğrencilerin sanatsal yaratmanın nasıl olacağını görebilmesine olanak sağlamamaktadır. Akademik başarıda yarışan okullar; donanımlı bir atölye ya da müzik odasına yatırım yapmamaktadırlar. Bu durumlar karşısında yapılacak en acil çözüm; tüm eğitimcileri ve yöneticileri “bilimsel ve sanatsal yaratma” konusunda bilinçlendirmek olmalıdır. İkinci aşamada yapılacak bilinçlendirme; birçok yönden ortak işleyen bir süreci olsa da sanatın kendine özgü yapısının kavratılması gereğidir. Ancak donanım gereği konusunda karşılaşılacak olan maddi yükünün fazlalığıdır. Unutulmaması gereken “eğitimin kendisinin pahalı bir yatırım” olduğudur. Kazanılması gereken kavrayış; sanata yatırımın bir yük olmadığının bilincidir.”Hiç kimse bir eğitimden geçmeden, estetik ve pratik bir ön hazırlığı olmadan ne üretici ve ne de tüketici olarak sanata katkıda bulunabilir.Bu nedenle sanat eğitimi, eğitim ve sanatın bir araya geldiği bir alan olmaktadır. Eğitimin içinde sanata yer verirken; sanatın sezgiye dayalı, duyuşsal alanla ilgili, çocuğun yaş gruplarına göre belli aşamalardan kendiliğinden yapıldığı ve öğrenilme boyutları olmadığı düşünülmemelidir.Çünkü öğretimin olmadığı bir yerde gelişme sağlanamayacaktır. ” Doğru olan ise, okullarda sanatı bir düzence (disiplin) alanı olarak gerçek yerine oturtmak ve alanın gerektirdiği öğretimi yapmaktır.”
Bir Süreç Olarak Sanatsal Öğrenme
Bilindiği gibi “süreç , belli bir sonuca ulaşılabilmesi için birbirini izleyen durumların akışıdır. Eğitim süreci de, birbiri ardına sürdürülen öğrenme ve öğretme durumlarıyla oluşmaktadır. Böyle birbirini izleyen öğrenmelerin ise süreç olabilmesi için; öğrenmelerin belli amaç ya da amaçlara ulaşabilmek için yapılması gerekmektedir.Amaç, öğrenme, öğretme ve değerlendirme eğitim sürecinin temel öğeleri olmaktadır.
Amaçlar, kazanılması istenilen davranışlara yöneliktir ve neyin , nasıl öğretileceğini kapsamaktadır. Bu anlamda eğitimin amaçlarının öğrenme yoluyla gerçekleşebileceği söylenilebilmektedir. Aynı zamanda öğrenmenin içeriği de amaçlarla belirlenmemektedir. Bu içerik kültürden kültüre değişebilmekte, ancak öğrenme olayı evrensel olmaktadır. Süreç, kendiliğinden ya da gelişigüzel oluşmamaktadır. Bu nedenle “öğrenme”: “… seçilmiş ve kontrollü bir ortam içinde “öğretme” yoluyla öğrenim kendisi tarafından gerçekleştirilir.” Burada öğrenen ve öğreten bir etkileşim içerisindedir. ” Öğrenme bu bu etkileşim sonucu kişide oluşan kalıcı davranış değişmeleridir.”Öğrenmenin olup olmadığı, davranışlardaki; değişim, kalıcılık ve yaşamsal kılınmasıyla anlaşılmaktadır. Öğretme ise, amaçlara ulaşmak için uygulanan yöntem, personel ve araç – gereci kullanma süresi olmaktadır.
Sanatsal öğrenme de, aynı eğitim sürecinde olduğu gibi kendiliğinden gelişmemektedir. Çocuğun zihinsel gelişiminde, gerçekleşmesi doğal olarak beklenen bir süreç oluşmamaktadır. Bu süreç içinde kendi içinde birçok neden ve duruma bağlı olarak gerçekleşmektedir. Çünkü bu konudaki yeterlilikler -yalnız onun zihinsel gelişim süreci ve kendi gücü – sanatsal öğrenmede yeterli olamamaktadır. Bu anlamda bir öğrenme, zamanla ” öğrenir, kavrar,düşünür,gelişir” şeklinde düşünülemeyecektir. Öğrenmenin içeriği çocuğu, zihinsel bilgi, deneyim ve becerileriyle bir bütün olarak kapsamasıdır. Bu nedenle çocuğun kendi yapısının yanı sıra, uygulayacaklarımızla da gelişmektedir. Burada da öğrenme; seçilmiş ortam, yöntem, araç – gereçle öğretme yoluyla gerçekleşecektir. Öğrenen ve öğreten arasında kurulacak etkileşim sonucunda “sanatsal öğrenme” davranışlarda gözlenebilecek ve kalıcı olarak yaşama geçirilebilecektir.
Sanat eğitiminde amaçlara ulaşılması demek, bu anlamda amaca uygun öğrenmelerin yapılması demek olmaktadır. Öğrenme, yaşamımızın her anında olmakta ve sanatsal öğrenmede çok küçük yaştan başlamakla birlikte, gerçek anlamda öğrenme okulda olmaktadır. Kırışoğlu bu konuda şunları söylemektedir:” Okulda sanat dersi geniş, kapsamlı bir öğretim alanıdır. Bu alan içinde; estetik değerler içeren, anlatımsal ve teknik anlamda nitelikli ürünler yaratmak, çevrede ve sanat yapıtlarında nitelikleri görmek, ayrımsamak, sanat tarihini ve estetiğini öğrenmek yer alır.
Geçmişte uygulamalı çalışmalar ( resim yapma, özgün baskı, heykel v.b.)programların ağırlıklı alanını oluşturuyordu. Öğrenci sanat yaparsa, sanattan da anlayacağı düşüncesi yaygındı. Bu görüşe göre, çizen boyayan, resim yapan kişinin sanat yapıtlarına değer yargısı ile yaklaşımları, yapıttan tat almaları kolaylaştırdı. Oysa uygulamalar bu konuyu doğrular görülmemektedir. Sanat eğitiminde çalışma alanları birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibi düşünüldüğünde ancak ve gerçek anlamda sanatsal öğrenme tamamlanmaktadır.”Bu saptamalar; sanatın öğretimi yoluyla sanatsal düşünmenin gerçekleştirilebileceğini düşündürmektedir. Kırışoğlu’nun belirttiği gibi uygulama yoluyla öğrenme beklentisi umulanı verememiştir. Amaç, “yansıtma” karşısında “yaratma” davranışını geliştirmek olmalıdır.E.H. Gombrıich, “Sanat ve Yanılsama” da;” çocuk elinden çıkma bir çizimde bir çember yüzü, iki nokta gözleri, iki çizgide burnu ve ağzı gösterir. Bu simgeler gittikçe artan ölçüde olmak üzere gerçek görünüşe yaklaşır.O, yaratmanın yansıtma karşısındaki önceliğini ortaya koyarken, Ortaçağ sanatçısının da tıpkı çocuğun yaptığı gibi, ” anlatıda ev, ağaç ya da kayık, benzeri, işlev yerine getirmeye yeterli, minimum bir şemayla yetinirdi…” demektedir. Çünkü bu bakış açısında; ışığın ya da uzaklığın etkisiyle gerçekleşen değişimler yoktur. Nesnelerin kendine özgü renkleri vardır. Beceri ve sanatsal değere ilişkin bütün noktalar bir yana bırakılır düşüncesindedir.Gombrich, duyumları algılamalara çevirenin zihnimiz olduğunu, işte bu algılamaların dünyaya ilişkin bilinç ürünü tasarımlarımızı oluşturan öğeler olduğunu söylemektedir.O, bu nedenle söz konusu tasarım, önemli ölçüde deneyimi ve bilgiyi temel alır” demektedir.
Söz konusu bilgi ve deneyimin kazanılması sorunu öğretim sürecini beraberinde getirmektedir. Kazanılması beklenen de yöntemle ilgi kurulmasını gerektirecektir. Kırışoğlu’nun belirttiği “sürecin uygulama anındaki zorlukları” görülmüştür ve bu bakış açısı bugüne kadar da sürdürülmüştür.Halen devam ettiğini de söyleyebiliriz. Ancak; kurulmuş olan Sanat Liselerinde durum farklıdır. Sanat öğretimi konusunda iki farklı bakış açısını net bir şekilde gözlemek mümkün olmaktadır. Genel Lisedeki yetenekli öğrenci ile Güzel Sanatlar Lisesindeki yetenekli öğrenciyi birbirinden ayıran farklar; ortaya çıkan öğrenme ve ürünler hiçbir ilginin kurulamayacağı durumdadır.Sanatsal öğrenmeyi hazırlayan bütün koşuların gerçekleştirilmesi sağlansa da farkı gidermek mümkün olamayacaktır. Çünkü, sanat Liseleri “Sanat Danışmanları Program Geliştirme Kurulları” ile “alana özel” bir öğretim programı geliştirmektedirler.Böyle bir kıyaslama iki nedene dayanmaktadır. Birincisi iki aynı yetenek düzeyi iki ayrı, sanatsal öğrenme ve yöntem farklılığı içinde gerçekleşmektedir. İkincisi; Genel Lisedeki tekniği, konuyu uygulamaya yönelik bir bakış açısına karşılık Sanat Liselerinde, amaç tekniklerin uygulanması değil, sanatsal yaratmaya üren öğrenme zincirlerinin bütünselliğidir. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken “uygulama” sorunudur. Çünkü uygulama, yalnız sonucu kapsayan rastlantısal değerlere yönelik olmamalıdır. Kırışoğlu’na göre, “yapanı ve izleyeni estetik anlamda doyuracak, anlatım bakımından güçlü, teknik bakımından yeterli, nitelikli bir bütünlük yaratmaya yönelik etkinlikler” dir.
Gombrich’e göre düşünme eylemi:” aslında bütünüyle bir düzenleme, ayıklama ve sınıflandırma eylemidir. Bütün algılamalar beklentilere ilişkindir ve bu nedenle de karşılaştırmalar niteliğindedir.”Bir sanatsal sürecin içeriğinde yer alan algılar, sanatsal düşünce ( yaratıcı düşünce) ve ortaya çıkan üründür.Sanatsal öğrenmede gerçekleşen davranış; çocuğun gelişim sürecindeki evrelerindeki kavrama anlayışını “değerlerle” düşünmeye doğru yönlendirilmesini içermelidir. Çocuğu sanatla, sanatçı tavırla karşılaştırmanın yollarının aranması ise sonucu olumlu yönde destekleyecek.
Alıntıdır.