Çok beğendim bunu ne kadar doğru anlatmış AŞK'ın Yok'luğunu...
Aşkı bilmeden âşık olan ergenlerdik biz. Sahi neydi ki aşk? Var mıydı yok muydu? Biz bunları bilmez hatta düşünmezdik âşık olurken. Hem, kim düşünürdü ki? Sonuçta bizim için aşk demek bir iki bakışmak, "facebook" tan mesaj atmasını beklemekten ibaretti. Tüm istediğimiz gelen kutusunda "selam" yazmasıydı. Bizi sevmesini beklemezdik. Daha doğrusu aklımıza gelmezdi. O bizim birinci önceliğimiz olmazdı hiç.
Sevmese bile zamanla sever diye hayallerimiz vardı ama. Hatta bizimle dalga geçmesini bile önemsemezdik çoğu zaman. Kağıt üzerinde ki "aşkım" lar yeterdi bize. Hatta "Seni çok seviyorum" demeye üşenip "s.ç.s." yazmasını bile sorun etmezdik. Ne fark ederdi ki bizim için? Ha uzun yazmış, ha kısa ne fark ederdi? Böyle durumlarda klasik bahanemize sığınır "önemli olan hisleri" derdik biz.
Hem, her ilişki de yeni bir sayfa açacak kadar da duyarlıydık. Önce geçmişe sayar söver, sonra "geçmiş geçmişte kaldı, benim her şeyim sensin" derdik. Ne var ki bizim her şeyimiz taş çatlasın 3–4 gün sürerdi. Sonra her şeyimiz, geçmişimiz olurdu. Bu seferde ona saymaya başlardık. Sorsalar zaten hiç sevmemiştik. O zaten öküzün/kaşarın biriydi. Kendimize şaşırırdık hep bu ilişkiler bitince. "Ben bir öküzün/kaşarın uğruna neler yapmışım" derdik.
İşte bizim aşkımız buydu. Anladığımız tek şey buydu aşktan. Ne derinine inmeyi düşünürdük aşkın, ne anlayabilmeyi. Hem, bunları kim düşünürdü ki?