Nur
👑Efsanevi Grafiker👑
- Katılım
- 26 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,238
- Tepkime puanı
- 156
Siz hiç Alfons üzümü yediniz mi? İri, koyu mor, siyah puslu ve çekirdekli bir üzüm. Belki farkına varmadan, “yahu bu üzüm de amma lezzetliymiş ha” diyerek yediğim olmuştur ama bilinçli olarak yediğimi hatırlamıyorum. Lezzetli dedim, çünkü Alfons üzümünü üreten çiftçiler, bu üzüme “enfes üzümü” diyorlarmış.
Alfons üzümü nereden çıktı şimdi derseniz, -ki dersiniz, bundan da eminim- anlatacağım efendim. Alfons üzümünden ilk kez geçtiğimiz günlerde tesadüfen dinlediğim bir sunumda haberdar oldum. Dr. Alp Yücel Kaya’nın sunumda anlattıkları açıkçası trajikomiğin bir hayli trajik kısmındaydı.
İzmir şehir merkezinin yaklaşık kırk kilometre güneybatısında, yörenin en yüksek rakımlı köylerinden biri Efençukuru. Belki de en yüksek rakımlısı. Gitmesi, gelmesi pek de kolay olmayan bir köy ya, köylüler pek de rahatsız değil bu durumdan. Köyün asıl özelliği ve de önemi şuradan ileri geliyor: Efençukurundaki bağlar öylesine verimli ki ve bu bağlarda öylesine lezzetli “alfons üzümü” yetişiyor ki, Efençukuru çiftçileri herhalde Türkiye’nin en mutlu mesut çiftçilerindenler. En azından bir süre öncesine kadar öyleydiler. Önce isterseniz, gece yarısı satılan cimnastik aletlerinin reklamlarında olduğu gibi bir “öncesi-sonrası” sekansına girelim ve Efençukuru daha önce nasıldı onu bir anlatalım.
Efendim Efençukurunda yetiştirilen yüksek kaliteli üzümün tonu, geçtiğimiz yıl 2000 liradan alıcı bulmuş. Bölgenin bağlarında verim de bir hayli yüksek olduğundan dönüm başına ortalama 3 ton üzüm elde etmek mümkünmüş. Tarımsal bir takım bilgiler verip konuyu dağıtmak istemem ama belirtmek gerekiyor ki bölgenin coğrafi ve topografik özellikleri, bir ek sulama ya da tarım ilacı kullanımını neredeyse hiç gerektirmiyor. Bu da hem hayli kar getirici bir iş olduğunu gösteriyor Efençukurunda bağcılığın hem de günümüzün trendi organik tarım standartlarını yakaladığını. Çiftçiler hallerinden o kadar memnun ki devletin tüm kayıtlı toprak sahibi çiftçilere sunduğu “doğrudan gelir desteği” gibi yardımları almaya tenezzül bile etmemişler, “o da bizim devletimize hediyemiz olsun” demişler.
Eh işler bu kadar karlı olunca da, köye gidip “dur ben de şuradan bir iki dönüm tarla çevireyim demek mümkün değil. Kimse, haliyle bu denli getirisi olan bağlarını satmaya yanaşmıyor. Dolayısıyla da Efençukurunda bir emlak piyasasından söz etmek de mümkün değil. İsteseniz de alamazsınız yani. Ha tabii, eğer uluslararası bir altın madenciliği şirketiyseniz işler değişebilir!
Sen Çık, Kanada’dan Oğlum Gelecek!
Efendim El Dorado isimli bir altın şirketi, Efençukurunda altın çıkarmak için çalışmalara başlamış. Uzun uzadıya anlatasım yok a, yine de madde madde özetleyelim konuyu. Bu altıncı abiler, Kanadalı görünümlü uluslararası altın şirketi yani, artık nasıl yaptılarsa, Bakanlar Kurulunu, Türkiye Cumhuriyetinin seçilmiş hükümetini öyle bir kanun çıkarmaya ikna etmişler ki, akıllara durgunluk veren cinsten. Bakanlar Kurulu önce şirketin ele geçirmek ve altın çıkarmak istediği topraklara ilişkin Efençukuru’nda 35 parsel arazinin, Kanadalı Eldorado altın şirketine tahsis edilmek üzere “acele kamulaştırılmasına” karar vermiş.
Şimdi bir dakika durun, düşünün. Sizin, hayli sevdiğiniz, kesinlikle satmak istemediğiniz bir eviniz var. Herifçioğlunun teki gelip sizden evi almak istiyor. “Satmıyorum kardeşim, zorla mı? Hadi git işine” diyorsunuz. Herifçioğlu bu kez gidiyor sizin seçtiğiniz hükümete, “Bana burayı ayarla” diyor, Hükümet de “Almanyadan oğlum gelecek çıkın evimden” diyen evsahibi gibi “Kanadadan yatırımcı geldi, sizin evi istiyor, ben de sizin evinize el koyuyorum, sonra da bu Kanadalı arkadaşa vereceğim” diyor. Kendinizi nasıl hissedersiniz?
Kanada Kanada dediğime de bakmayın bu arada. Ne benim, ne de sevgili Efençukuru çiftçilerinin Kuzey Amerika’nın ıssız soğuklarında çile çeken, çalışkan, iyi kalpli, her biri birer pırlanta olan canım Kanadalılarla hiçbir alıp veremediğimiz olamaz. Her bir Kanadalıyı tek tek bağrıma basarım ve eminim ki Efençukuru halkı da her bir Kanadalıyı en güzel şekilde misafir etmeye dünden hazırdır. Şirket Kanada’da kurulu gözüküyor, Kanada borsasında falan işlem görüyor diye öyle diyorum yoksa paranın dini imanı olmadığı gibi milleti halkı da olmuyor. Kanadalı kardeşlerim bu şirketin yaptıklarını bir duysa, adım gibi eminim ki kulaklarından tuttukları gibi Pasifik olmadı Atlantik Okyanusuna bırakı bırakıverirler köftehorları. O yüzden aziz ve muhterem Kanada halkını Quebeclisiyle Ontariolusuyla tenzih ederim.
Her neyse çiftçiler de yok şu mahkeme yok bu mahkeme başlıyorlar uğraşmaya tabii. Ama diğer yandan bu kopil şirketin adamları ikide bir gelip “bakın devlet sizin toprakları eninde sonunda üç kuruşa alıp bize verecek, gelin siz bize satın hem biz devletten daha iyi para vereceğiz” diye kandırmaya çalışıyorlar, kimilerini kandırıyorlar da. Üstelik çiftçinin, ürününden iki üç yılda zaten kazanacağı para karşılığında elinden almaya çalışıyorlar topraklarını.
Tabii zamanla iki arada bir derede kalan köylüler de yavaş yavaş bu Eldorado’ya satmaya başlıyorlar. Geçtiğimiz güne değin, Bakanlar Kurulunun zorla halkın elinden alıp Eldorado’ya “buyur ağam keyfini sür” diye tahsis ettiği 35 parsel arazinin aşağı yukarı 30 parselini köylünün elinden almışlar bile.
“Onlar da satmasalarmış” dememek lazım. Zira bu Eldorado’lu vahşiler ne kanun dinliyor, ne yasa, ne hukuk. Halkın topraklarını zorla ellerine geçirmek için hükümeti kullandılardı ya, daha sonra orada altın madenciliği yapabilmek için Çevre Bakanlığından Çevre Etki Değerlendirme raporunu da olumlu olarak alabilmişler mesela. Çevre bakanlığı “Burada altın aranmasında çevreye zararlı bir unsur yoktur” diye rapor verebiliyor yani. Aynı Çevre Bakanlığı, İzmir Belediyesinin su dağıtım şebekesi İZSU’nun bölgede yapacağı baraj ve su aktarma tesisleri için olumsuz ÇED raporu verebiliyor ama. Su borusu döşense çevreye zararlı ama siyanürü basıp altın arayınca çevreye pek bir faydalı.
Eldoradolu kopillerin bir de ayrıca belediyeden ruhsata ihtiyaçları var. Ama ruhsatları yok. E belediye de şirketin faaliyetlerini ruhsatsız olduğu için durdurmak istiyor değil mi? Ama ne mümkün? Ne kaymakam, ne jandarma, ne hükümet, ne devlet dinlemiyor belediyeyi. Yetmiyormuş gibi kapatma kararı alan belediye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından "encümen kararını uygulamayın" şeklinde baskı görüyor. Ege Çevre ve kültür Platformu gibi sivil toplum örgütleri ne kadar mücadele etseler de yeterince "sivil" bulunmuyor olacaklar ki, ne sivil medyada seslerini duyurabiliyorlar, ne sivil hükümet dinliyor.
E kendinizi şimdi Efençukuru köylülerinin yerine koyun. Evinizi elinizden almak için araya hükümeti sokan, belediyeyi dinlemeyen, devletin kaymakamının, askerin jandarmasının dokunamadığı, dokunmaya cesaret edemediği birilerine karşı nereye kadar mücadele edebilirsiniz? Hukuk mu dediniz? Adalet mülkün temeli evet, ama görünen o ki, adalet sistemi, mülkü daha çok olan Eldorado’nun emrinde, hükümet eliyle oyuncak olmuş, Efençukuru halkının tapulu mallarını “acele kamulaştırma” diye yagından mal kaçırır gibi Eldorado’ya peşkeş çekiyor.
Neo liberalizm dedikleri bu olsa gerek. Özelleştirmek için gerekirse önce devletleştirip ondan sonra özelleştiriveriyorlar insanların topraklarını. Yani serbest ticaret ne kadar büyükseniz o kadar serbest. O kadar serbest ki, gözünüze kestirdiğinizin malına mülküne konabiliyorsunuz. Ama serbest ticaret, kendi halinde çiftçiye, küçük girişimciye serbest değil. Hele bir dene, “vay efendim biz burada organik tarım yapacağız, e burası da zaten bizim malımız” de. Kendi seçtiğin hükümet, senin malını mülkünü alıp veriveriyor büyük şirkete.
Ve en komiği de ne biliyor musunuz? 2000’li yılların Türkiye’sinde, bir köyde, devlet ve de hükümet çiftçilerin bütün malına mülküne el koyup o malı mülkü bir dev şirkete veriyor. Ama konuyla ilgili İnternette arama yaptığınızda meseleye sadece “vay yabancılar geldi, milli varlığımıza el koydu” türünden meseleyi biz ve yabancılar olarak ele alan birkaç küçük internet sitesi dışında pek bir şey bulamıyorsunuz.
Hâlbuki mesele, yabancılar Türkler meselesi değil. Dünyanın herhangi bir yerinde uluslararası bir büyük şirket; küçük girişimcileri, kendi halinde insanları gerekirse devleti kullanarak yok edebiliyor. Bu da demek oluyor ki serbest ticaret diye yutturmaya çalıştıkları martavallar aslında düpedüz bu dev şirketlerin gerektiğinde malınıza bile el koyma serbestîsine sahip olmalarından ibaret.
Erman Toroğlu’nun reklam filmleri geliyor aklıma, geçtiğimiz yıllarda yayınlanan. Hani davudi sesiyle “Sizi yasa korur!” diyordu ya… Hatırladıkça gülüyorum. Zira yasa, görünen o ki sadece en büyükleri koruyor, gerekirse elinizdekini üç otuza sizden alıp o büyüklere veriyor. Bir söz hatırlıyorum: “altını olan kanunu koyar” diye, Murphy Kanunları nevi bir şey gibi kalmış aklımda. Gerçekten de öyle demek ki; altını olan veya altın arayan, kanunu koyuyor, kanun da altıncıyı koruyor.
Barış Uygur
Bu linkten alıntıdır:https://www.soldem.net/images_up/ALTINMADENI.jpg
Alfons üzümü nereden çıktı şimdi derseniz, -ki dersiniz, bundan da eminim- anlatacağım efendim. Alfons üzümünden ilk kez geçtiğimiz günlerde tesadüfen dinlediğim bir sunumda haberdar oldum. Dr. Alp Yücel Kaya’nın sunumda anlattıkları açıkçası trajikomiğin bir hayli trajik kısmındaydı.
İzmir şehir merkezinin yaklaşık kırk kilometre güneybatısında, yörenin en yüksek rakımlı köylerinden biri Efençukuru. Belki de en yüksek rakımlısı. Gitmesi, gelmesi pek de kolay olmayan bir köy ya, köylüler pek de rahatsız değil bu durumdan. Köyün asıl özelliği ve de önemi şuradan ileri geliyor: Efençukurundaki bağlar öylesine verimli ki ve bu bağlarda öylesine lezzetli “alfons üzümü” yetişiyor ki, Efençukuru çiftçileri herhalde Türkiye’nin en mutlu mesut çiftçilerindenler. En azından bir süre öncesine kadar öyleydiler. Önce isterseniz, gece yarısı satılan cimnastik aletlerinin reklamlarında olduğu gibi bir “öncesi-sonrası” sekansına girelim ve Efençukuru daha önce nasıldı onu bir anlatalım.
Efendim Efençukurunda yetiştirilen yüksek kaliteli üzümün tonu, geçtiğimiz yıl 2000 liradan alıcı bulmuş. Bölgenin bağlarında verim de bir hayli yüksek olduğundan dönüm başına ortalama 3 ton üzüm elde etmek mümkünmüş. Tarımsal bir takım bilgiler verip konuyu dağıtmak istemem ama belirtmek gerekiyor ki bölgenin coğrafi ve topografik özellikleri, bir ek sulama ya da tarım ilacı kullanımını neredeyse hiç gerektirmiyor. Bu da hem hayli kar getirici bir iş olduğunu gösteriyor Efençukurunda bağcılığın hem de günümüzün trendi organik tarım standartlarını yakaladığını. Çiftçiler hallerinden o kadar memnun ki devletin tüm kayıtlı toprak sahibi çiftçilere sunduğu “doğrudan gelir desteği” gibi yardımları almaya tenezzül bile etmemişler, “o da bizim devletimize hediyemiz olsun” demişler.
Eh işler bu kadar karlı olunca da, köye gidip “dur ben de şuradan bir iki dönüm tarla çevireyim demek mümkün değil. Kimse, haliyle bu denli getirisi olan bağlarını satmaya yanaşmıyor. Dolayısıyla da Efençukurunda bir emlak piyasasından söz etmek de mümkün değil. İsteseniz de alamazsınız yani. Ha tabii, eğer uluslararası bir altın madenciliği şirketiyseniz işler değişebilir!
Sen Çık, Kanada’dan Oğlum Gelecek!
Efendim El Dorado isimli bir altın şirketi, Efençukurunda altın çıkarmak için çalışmalara başlamış. Uzun uzadıya anlatasım yok a, yine de madde madde özetleyelim konuyu. Bu altıncı abiler, Kanadalı görünümlü uluslararası altın şirketi yani, artık nasıl yaptılarsa, Bakanlar Kurulunu, Türkiye Cumhuriyetinin seçilmiş hükümetini öyle bir kanun çıkarmaya ikna etmişler ki, akıllara durgunluk veren cinsten. Bakanlar Kurulu önce şirketin ele geçirmek ve altın çıkarmak istediği topraklara ilişkin Efençukuru’nda 35 parsel arazinin, Kanadalı Eldorado altın şirketine tahsis edilmek üzere “acele kamulaştırılmasına” karar vermiş.
Şimdi bir dakika durun, düşünün. Sizin, hayli sevdiğiniz, kesinlikle satmak istemediğiniz bir eviniz var. Herifçioğlunun teki gelip sizden evi almak istiyor. “Satmıyorum kardeşim, zorla mı? Hadi git işine” diyorsunuz. Herifçioğlu bu kez gidiyor sizin seçtiğiniz hükümete, “Bana burayı ayarla” diyor, Hükümet de “Almanyadan oğlum gelecek çıkın evimden” diyen evsahibi gibi “Kanadadan yatırımcı geldi, sizin evi istiyor, ben de sizin evinize el koyuyorum, sonra da bu Kanadalı arkadaşa vereceğim” diyor. Kendinizi nasıl hissedersiniz?
Kanada Kanada dediğime de bakmayın bu arada. Ne benim, ne de sevgili Efençukuru çiftçilerinin Kuzey Amerika’nın ıssız soğuklarında çile çeken, çalışkan, iyi kalpli, her biri birer pırlanta olan canım Kanadalılarla hiçbir alıp veremediğimiz olamaz. Her bir Kanadalıyı tek tek bağrıma basarım ve eminim ki Efençukuru halkı da her bir Kanadalıyı en güzel şekilde misafir etmeye dünden hazırdır. Şirket Kanada’da kurulu gözüküyor, Kanada borsasında falan işlem görüyor diye öyle diyorum yoksa paranın dini imanı olmadığı gibi milleti halkı da olmuyor. Kanadalı kardeşlerim bu şirketin yaptıklarını bir duysa, adım gibi eminim ki kulaklarından tuttukları gibi Pasifik olmadı Atlantik Okyanusuna bırakı bırakıverirler köftehorları. O yüzden aziz ve muhterem Kanada halkını Quebeclisiyle Ontariolusuyla tenzih ederim.
Her neyse çiftçiler de yok şu mahkeme yok bu mahkeme başlıyorlar uğraşmaya tabii. Ama diğer yandan bu kopil şirketin adamları ikide bir gelip “bakın devlet sizin toprakları eninde sonunda üç kuruşa alıp bize verecek, gelin siz bize satın hem biz devletten daha iyi para vereceğiz” diye kandırmaya çalışıyorlar, kimilerini kandırıyorlar da. Üstelik çiftçinin, ürününden iki üç yılda zaten kazanacağı para karşılığında elinden almaya çalışıyorlar topraklarını.
Tabii zamanla iki arada bir derede kalan köylüler de yavaş yavaş bu Eldorado’ya satmaya başlıyorlar. Geçtiğimiz güne değin, Bakanlar Kurulunun zorla halkın elinden alıp Eldorado’ya “buyur ağam keyfini sür” diye tahsis ettiği 35 parsel arazinin aşağı yukarı 30 parselini köylünün elinden almışlar bile.
“Onlar da satmasalarmış” dememek lazım. Zira bu Eldorado’lu vahşiler ne kanun dinliyor, ne yasa, ne hukuk. Halkın topraklarını zorla ellerine geçirmek için hükümeti kullandılardı ya, daha sonra orada altın madenciliği yapabilmek için Çevre Bakanlığından Çevre Etki Değerlendirme raporunu da olumlu olarak alabilmişler mesela. Çevre bakanlığı “Burada altın aranmasında çevreye zararlı bir unsur yoktur” diye rapor verebiliyor yani. Aynı Çevre Bakanlığı, İzmir Belediyesinin su dağıtım şebekesi İZSU’nun bölgede yapacağı baraj ve su aktarma tesisleri için olumsuz ÇED raporu verebiliyor ama. Su borusu döşense çevreye zararlı ama siyanürü basıp altın arayınca çevreye pek bir faydalı.
Eldoradolu kopillerin bir de ayrıca belediyeden ruhsata ihtiyaçları var. Ama ruhsatları yok. E belediye de şirketin faaliyetlerini ruhsatsız olduğu için durdurmak istiyor değil mi? Ama ne mümkün? Ne kaymakam, ne jandarma, ne hükümet, ne devlet dinlemiyor belediyeyi. Yetmiyormuş gibi kapatma kararı alan belediye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından "encümen kararını uygulamayın" şeklinde baskı görüyor. Ege Çevre ve kültür Platformu gibi sivil toplum örgütleri ne kadar mücadele etseler de yeterince "sivil" bulunmuyor olacaklar ki, ne sivil medyada seslerini duyurabiliyorlar, ne sivil hükümet dinliyor.
E kendinizi şimdi Efençukuru köylülerinin yerine koyun. Evinizi elinizden almak için araya hükümeti sokan, belediyeyi dinlemeyen, devletin kaymakamının, askerin jandarmasının dokunamadığı, dokunmaya cesaret edemediği birilerine karşı nereye kadar mücadele edebilirsiniz? Hukuk mu dediniz? Adalet mülkün temeli evet, ama görünen o ki, adalet sistemi, mülkü daha çok olan Eldorado’nun emrinde, hükümet eliyle oyuncak olmuş, Efençukuru halkının tapulu mallarını “acele kamulaştırma” diye yagından mal kaçırır gibi Eldorado’ya peşkeş çekiyor.
Neo liberalizm dedikleri bu olsa gerek. Özelleştirmek için gerekirse önce devletleştirip ondan sonra özelleştiriveriyorlar insanların topraklarını. Yani serbest ticaret ne kadar büyükseniz o kadar serbest. O kadar serbest ki, gözünüze kestirdiğinizin malına mülküne konabiliyorsunuz. Ama serbest ticaret, kendi halinde çiftçiye, küçük girişimciye serbest değil. Hele bir dene, “vay efendim biz burada organik tarım yapacağız, e burası da zaten bizim malımız” de. Kendi seçtiğin hükümet, senin malını mülkünü alıp veriveriyor büyük şirkete.
Ve en komiği de ne biliyor musunuz? 2000’li yılların Türkiye’sinde, bir köyde, devlet ve de hükümet çiftçilerin bütün malına mülküne el koyup o malı mülkü bir dev şirkete veriyor. Ama konuyla ilgili İnternette arama yaptığınızda meseleye sadece “vay yabancılar geldi, milli varlığımıza el koydu” türünden meseleyi biz ve yabancılar olarak ele alan birkaç küçük internet sitesi dışında pek bir şey bulamıyorsunuz.
Hâlbuki mesele, yabancılar Türkler meselesi değil. Dünyanın herhangi bir yerinde uluslararası bir büyük şirket; küçük girişimcileri, kendi halinde insanları gerekirse devleti kullanarak yok edebiliyor. Bu da demek oluyor ki serbest ticaret diye yutturmaya çalıştıkları martavallar aslında düpedüz bu dev şirketlerin gerektiğinde malınıza bile el koyma serbestîsine sahip olmalarından ibaret.
Erman Toroğlu’nun reklam filmleri geliyor aklıma, geçtiğimiz yıllarda yayınlanan. Hani davudi sesiyle “Sizi yasa korur!” diyordu ya… Hatırladıkça gülüyorum. Zira yasa, görünen o ki sadece en büyükleri koruyor, gerekirse elinizdekini üç otuza sizden alıp o büyüklere veriyor. Bir söz hatırlıyorum: “altını olan kanunu koyar” diye, Murphy Kanunları nevi bir şey gibi kalmış aklımda. Gerçekten de öyle demek ki; altını olan veya altın arayan, kanunu koyuyor, kanun da altıncıyı koruyor.
Barış Uygur
Bu linkten alıntıdır:https://www.soldem.net/images_up/ALTINMADENI.jpg