Merhaba arkadaşlar, ara sıra bir şeyler yazarım, USTA kelimesi bu zamanda pek bir anlam ifade etmiyor. Aklıma kısa bir hikaye yazmak geldi. Çok fazla uzatmakta istemedim. Dilim döndüğünce, hayal gücüm yettiğince karaladım.
Umarım hoşnut kalırsınız.
Uzun yıllar önceydi, babam beni Ahmet Usta'nın yanına götürmüştü. Boya kokusu renkler gibi bir birine girmişti. Bacak kadar boyumla benden büyük süpürgeyi elime geçirip sabah dükkanı süpürür sonra da ustamın çayını söylerdim. Geleni gideni eksik olmazdı ustamın. Küçük yazıhanesin de oturur ziyaretine gelenlerle kah işten kah fenerden konuşurdu. Öğlene doğru başlardı saç tabakaları kesip doğramaya, sonrada büyük bir fırça ile ustaca boyardı gözümde devleşen tabakaları . Bir köşeye çekilir hayran gözlerle izlerdim bu sanatkar adamı. Kimi zaman " Ali, karıştır bakayım." derdi, başını benim bulunduğu köşeye çevirip. Heyecanla alırdım elime küçük odun parçasını,var gÜcümle çevirmeye başlardım sonra.Buram buram kokan boya kokusu içerisinde ustam kalem ve cetvel ile çizerdi saç tabakayı. Çizgiler belli belirsiz olurdu, ustamın okuma gözlüğü düştü düşecek. Bir elinde sivri uçlu fırça diğer elinde tuttuğu çubuğun yardımıyla boyamaya başlardı. Harf harfe eklenirdi,kelime kelimeye. Bazen "Terzihane" kimi zamanda "Mahmud'un Yeri" olurdu levha üzerindeki yazı. Birgün sarıya boyattı bana tabelayı sonra seç bir renk boyayalım dedi. " Mor olsun usta. " Gözlüklerinin üstünden baktı:
" Bak tabelaya, bu başak tarlası.Başak tarlasında ne görürsün?" dedi.
" Gelincik usta."
" Ozaman gelincik rengi yap, doğayı örnek al. " dedi.
Bu derslerle büyüttü ustam beni , nakış işler gibi.
Yıllar geçti, ustamı kaybettim;ama boya kutularım, fırçalarım ve sopam hep yanımdaydı. Yaptığım tabelaların yanından geçerken bir komutan edası bürünürdü bedenime "bunlar benim eserlerim" derdim kendime.ve biliyordum ki ki şimdi o beni izliyor bir köşede. her fırça darbesinde ustamın uyarı sesini duyar gibi oluyordum.
Sonra zaman değişti, işler de değişti, müşteriler azaldı git gide. O plastik yazılar kanser gibi çoğalıverdi. Bilgisayar dedikleri makinelerle sömürüldük. Bizim fırça yenik düştü bir mousa.Bedenim gibi beynim de pes etti. Kilit vurduk ticarethanenin kapısına. Bir kaç ahbabın işini görür olduk. Emekli maaşı da olmasa ne yaparız bu fani dünyada....
Umarım hoşnut kalırsınız.
Gelincik
Uzun yıllar önceydi, babam beni Ahmet Usta'nın yanına götürmüştü. Boya kokusu renkler gibi bir birine girmişti. Bacak kadar boyumla benden büyük süpürgeyi elime geçirip sabah dükkanı süpürür sonra da ustamın çayını söylerdim. Geleni gideni eksik olmazdı ustamın. Küçük yazıhanesin de oturur ziyaretine gelenlerle kah işten kah fenerden konuşurdu. Öğlene doğru başlardı saç tabakaları kesip doğramaya, sonrada büyük bir fırça ile ustaca boyardı gözümde devleşen tabakaları . Bir köşeye çekilir hayran gözlerle izlerdim bu sanatkar adamı. Kimi zaman " Ali, karıştır bakayım." derdi, başını benim bulunduğu köşeye çevirip. Heyecanla alırdım elime küçük odun parçasını,var gÜcümle çevirmeye başlardım sonra.Buram buram kokan boya kokusu içerisinde ustam kalem ve cetvel ile çizerdi saç tabakayı. Çizgiler belli belirsiz olurdu, ustamın okuma gözlüğü düştü düşecek. Bir elinde sivri uçlu fırça diğer elinde tuttuğu çubuğun yardımıyla boyamaya başlardı. Harf harfe eklenirdi,kelime kelimeye. Bazen "Terzihane" kimi zamanda "Mahmud'un Yeri" olurdu levha üzerindeki yazı. Birgün sarıya boyattı bana tabelayı sonra seç bir renk boyayalım dedi. " Mor olsun usta. " Gözlüklerinin üstünden baktı:
" Bak tabelaya, bu başak tarlası.Başak tarlasında ne görürsün?" dedi.
" Gelincik usta."
" Ozaman gelincik rengi yap, doğayı örnek al. " dedi.
Bu derslerle büyüttü ustam beni , nakış işler gibi.
Yıllar geçti, ustamı kaybettim;ama boya kutularım, fırçalarım ve sopam hep yanımdaydı. Yaptığım tabelaların yanından geçerken bir komutan edası bürünürdü bedenime "bunlar benim eserlerim" derdim kendime.ve biliyordum ki ki şimdi o beni izliyor bir köşede. her fırça darbesinde ustamın uyarı sesini duyar gibi oluyordum.
Sonra zaman değişti, işler de değişti, müşteriler azaldı git gide. O plastik yazılar kanser gibi çoğalıverdi. Bilgisayar dedikleri makinelerle sömürüldük. Bizim fırça yenik düştü bir mousa.Bedenim gibi beynim de pes etti. Kilit vurduk ticarethanenin kapısına. Bir kaç ahbabın işini görür olduk. Emekli maaşı da olmasa ne yaparız bu fani dünyada....