a.g.s.l
👑Efsanevi Grafiker👑
- Katılım
- 1 Eki 2008
- Mesajlar
- 2,444
- Tepkime puanı
- 134
Bir ayrılık öyküsü
Basit bir öykü bu... Bir oğlun annesine erken vedasını anlatan bir aşk hikayesi... Tek çocukların ve tek çocuk annelerinin daha iyi anlayacağı bir yaşam tecrübesi...
Tek çocuk olmak nedir, olanlar bilir. Ben onlardan biriyim.
İki kardeşseniz ikinize birer kazak alınır.
Tek çocuksanız anneniz iki kazak alır.
Biri siyah, öbürü beyaz...
Sevinçle önce siyahı giyip "Nasıl olmuş?" diye koşarsınız.
Anneniz ağlamaklı bakar:
"Beyazı beğenmedin mi?"
Bilirsiniz ki, beyazı önce giyseydiniz aynı sorunun siyahlı versiyonuyla karşılaşacaktınız.
Pamuklar içinde...
Başta minnetle belirteyim; el üstünde, pamuklar içinde büyütüldüm ben...
Bir dediği iki edilmeyenlerden...
Öyle varlıklı bir aile değildik; o yüzden aklınıza, her istediği alınan, her gördüğüne sahip olan bir çocuk gelmesin...
Tersine, bütçe nedir erken öğrenen, harcama sınırlarını bilen, imrense de istemeyen cinsten bir çocuktum ben...
Dünyevi değil, manevi pamuklardı beni sarmalayanlar...
Daha doğru dürüst konuşma bilmezken annem geceleri saatlerce kitap okurdu başucumda...
"Daha" dedikçe, daha okurdu.
Uyuyamazsam dizinde uyuturdu.
Ne zaman hasta olsam, o daima başucumda olurdu.
Dizimi çarpsam, kırık not alsam, gönlümü hak etmeyen birine kaptırsam, benimle konuşur,avuturdu.
Sadece annem değil, sırdaşım, yoldaşım, dostumdu (Hâlâ öyledir ya).
Sevgi arsızıydım,ama arada okkalı bir şamarını yediğim de olurdu.
Annelerin çoğu gibi belki...
Ama yine herkesin ki gibi tabii; bana özel benimki...
Bir yaşam stajı...
Erkek çocuk için, ana-oğul ilişkisi, kadınlarla istikbalde kuracağı ilişkinin provasıdır.
Şansına göre; hayatı boyunca onun gibi ,bir kadın arayacak ya da onun gibilerden kaçacaktır.
Ne kadar inkar etse de hayatına giren kadınları ,onunla kıyaslayacaktır.
Pek az kadında, ondan gördüğü karşılıksız sevgiyi, uğruna ömür vakfetmeyi bulacak; bulduğunda ihya olacak, bulamazsa büyük hayal kırıklığına uğrayacaktır.
Bazen de annesinin aşırı sevgisinden bunalacak; kendini bu sımsıcak sevgi havuzundan hayat denilen hoyrat okyanusun hırçın dalgalarına atacaktır.
Ben öyle yaptım.
Bir gün ayrılması mukadder yolları; bilerek erken ayırdım.
O yolda sadece kendimi bulmak değil; onun da bensiz bir hayat kurmasına yardımcı olmaktı amacım...
Belki haklıydım; belki yanıldım.
Can ile Civan,
Şöyle oldu: Üniversite çağındaydım.
İş bulmuş çalışıyordum.
Evde bütün ömrünü bana adamış iki insan vardı ama ben bunun konforunda, bir elim yağda, bir elim balda keyif sürmek değil, bedeli ne olursa olsun kendi hayatımı çizmek istiyordum.
Ben ömür boyu o pamuklarla sarmalanmış yaşayamayacağımı biliyordum. Bir an önce taşın soğukluğunu hissetmek, sokakla mücadele etmek, belalarla yapayalnız baş etmek istiyordum.
Bir kanaryamız vardı; adı Civan... İkimiz de sevgiye boğulmuştuk; yemeğimiz önümüze gelirdi; gün boyu keyifle şarkı söylerdik ama galiba Can da Civan gibi, bütün bu konforun içinde, bir altın kafeste hissediyordu kendini...
Kanatlanıp uçmak istiyordu.
"Gitmeliyim!"
Ve uçtum bir gün...
O gün, dün gibi aklımda hâlâ...
Okuldan bir arkadaşımla şehrin öbür ucunda bir bekar evi tutmuştuk.
Bir akşam vakti, bu yeni durumu ailede konuşmuştuk.
Anlatması zordu, nedensizdi.
Etrafımızda örneği yoktu; benzersizdi.
Şaşırdılar; belki içten içe kırıldılar; suçu kendilerinde aradılar.
Ama bana yansıtmadılar.
Birkaç soru sordular:
"Nasıl geçinirsin?"
"Ne yer ne içersin?"
Ve sonuç:
"Sen bilirsin."
"Haydi git!"
Kafesten çıkıp gökyüzüyle tanışan bir kuş kadar özgürdüm; bir o kadar acemi...
Yine de, taşınma günü geldiğinde kaygıdan çok heyecan vardı yüreğimde...
Eşyalarımı paketledim. Birlikte oturacağım arkadaştan yardım rica ettim.
Geldi; tek tek taşıdık kutuları arabaya...
Veda vakti gelmişti. Aynı şehirde olacaktım; belki her gün uğrayacaktım ama yine de gidiş gidişti.
Vedalaşma gerektirirdi.
Abartmamak için "Haydi eyvallah" dedim; "...akşama gelirim."
Hiçbir farklılık yokmuş gibi çıktım gittim.
Sonra bir eşyamı unuttuğumu fark edip döndüm geri; kapıyı çaldım. Açtığımda annem ağlıyordu; babam teselliye çalışıyordu.
"Git haydi" dedi gözyaşını gizlemeye çalışırken annem; "Bir şey yok... Biz hallederiz."
Bu "basit" kararla ne derin bir yara açtığımı o zaman anladım.
Yine de caymadım.
Altın kafesin dışında...
Bir süre iki ev arasında mekik dokudum; onları bunun bir ayrılık olmadığına inandırma uğruna bir hayli yoruldum.
Uzun süre gelmediler yeni eve...
Geldiklerinde de hayret ettiler, onca ev işini becerebilmeme...
Baba ocağında, kıyamadıklarından, bir ampul takmamı bile istememişlerdi; ayrı eve çıktığımda bir ampulü takamaz haldeydim.
Şimdi atan sigortaları tamir edebilecek kıvama gelmiştim.
Bulaşık, yemek, ev idaresi... Yeni bir yaşam dersi başlamıştı.
Bu kez korunaksız, kalkansızdı. Öyle olduğu için de başarmanın keyfi inanılmazdı.
Annem, elleriyle yetiştirdiği narin kuşun uçmasını gizliden bir gamla ama iftiharla izliyor; gamını içine gömüyor, iftiharını gözbebeklerine yansıtıyordu.
Yeni hayat!
Çocuk doğurmak nasıl tarihi bir sınır çizgisi ise kadınların hayatında; çocuğundan ayrılmak da öyle galiba...
İlki nasıl bir anda dolduruyorsa hayatı; ikincisi öylesine büyük bir hızla boşaltıveriyor.
Ve anne, nasıl bu kadar hızla büyüyüverdiğine hâlâ inanamadığı evladının kırık dökük hatıraları, eski fotoğrafları, dünkü oyuncakları, minicik zıbınları ile baş başa kalıveriyor.
Benim annem de öyle oldu.
Can yuvadan uçtuktan sonra Civan'la baş başa kalmışlardı.
O da çok yaşamadı benim ardımdan...
Ev hepten sessizleşti.
Yeni bir evlat için çok geçti; yeni bir kuşa yürek yetmezdi.
Yüzlerini birbirlerine döndüler.
Yeni baştan bir yaşam ördüler.
İki adama bir ömür
İki adama bir ömür veren kadın, muhtemelen bir hayli zorlandı bu ayrılıkta...
Belki ben de zorlandım; zorlandığımı hissedip bundan gizli bir tat almasından da hoşlandım.
Hem onsuz olamayacağımın göstergesiydi bu; hem zorlansam da inatla başarmaya çalışacağımın...
İkisinde de kendisi için bir gurur payı vardı. İşte yalnız da ayakta durabilen bir evlat yaratmıştı ama bu başarı, sonuçta kendisini yalnız bırakmıştı.
Savaşı kazanacak barutu bulan ama o barutla ilk sırada vurulan bir nefer gibi gururu kederine bulanmıştı.
Seni seviyorum!
Uzun yıllar geçti aradan...
Yuvadan uçurdukları kuş; yuva kurdu, kuş sahibi oldu.
Karşılıksız sevmeyi, almadan vermeyi, haram yememeyi nasıl öğrendiyse öyle öğretmeye çalıştı.
Bir gün kuşun yuvadan uçabileceği fikrine alıştı.
Bugün biliyor ki yazdıkları, biraz da uzak bebekliğinin gecelerinde kulağına fısıldanan o kitaplardan aklında kalanlardır.
Konuştukları, annesinin gençlik öğütlerinden hatırlananlar...
Sevdikleri, sevildiği yıllardan örnek alınanlar...
Bugün, eski kafesinde yeni bir Civan'ı var annemin... Bir gün gidivereceğini artık bilerek; ama bundan kederlenmeyerek şimdi onu büyütüyor.
İki adama adanmış zorlu bir yaşamda, erken vurmuş bir ayrılık acısıyla, eski zıbınlar, hatıralar, fotoğraflar arasında, bugün de varlığıyla bana güç veriyor.
Erken ayrıldıysak da aslında hiç ayrılmadığımızı biliyor.
Onu ne çok sevdiğimi de...
Her daim seveceğimi de...
not:alıntıdır
Can DÜNDAR
Basit bir öykü bu... Bir oğlun annesine erken vedasını anlatan bir aşk hikayesi... Tek çocukların ve tek çocuk annelerinin daha iyi anlayacağı bir yaşam tecrübesi...
Tek çocuk olmak nedir, olanlar bilir. Ben onlardan biriyim.
İki kardeşseniz ikinize birer kazak alınır.
Tek çocuksanız anneniz iki kazak alır.
Biri siyah, öbürü beyaz...
Sevinçle önce siyahı giyip "Nasıl olmuş?" diye koşarsınız.
Anneniz ağlamaklı bakar:
"Beyazı beğenmedin mi?"
Bilirsiniz ki, beyazı önce giyseydiniz aynı sorunun siyahlı versiyonuyla karşılaşacaktınız.
Pamuklar içinde...
Başta minnetle belirteyim; el üstünde, pamuklar içinde büyütüldüm ben...
Bir dediği iki edilmeyenlerden...
Öyle varlıklı bir aile değildik; o yüzden aklınıza, her istediği alınan, her gördüğüne sahip olan bir çocuk gelmesin...
Tersine, bütçe nedir erken öğrenen, harcama sınırlarını bilen, imrense de istemeyen cinsten bir çocuktum ben...
Dünyevi değil, manevi pamuklardı beni sarmalayanlar...
Daha doğru dürüst konuşma bilmezken annem geceleri saatlerce kitap okurdu başucumda...
"Daha" dedikçe, daha okurdu.
Uyuyamazsam dizinde uyuturdu.
Ne zaman hasta olsam, o daima başucumda olurdu.
Dizimi çarpsam, kırık not alsam, gönlümü hak etmeyen birine kaptırsam, benimle konuşur,avuturdu.
Sadece annem değil, sırdaşım, yoldaşım, dostumdu (Hâlâ öyledir ya).
Sevgi arsızıydım,ama arada okkalı bir şamarını yediğim de olurdu.
Annelerin çoğu gibi belki...
Ama yine herkesin ki gibi tabii; bana özel benimki...
Bir yaşam stajı...
Erkek çocuk için, ana-oğul ilişkisi, kadınlarla istikbalde kuracağı ilişkinin provasıdır.
Şansına göre; hayatı boyunca onun gibi ,bir kadın arayacak ya da onun gibilerden kaçacaktır.
Ne kadar inkar etse de hayatına giren kadınları ,onunla kıyaslayacaktır.
Pek az kadında, ondan gördüğü karşılıksız sevgiyi, uğruna ömür vakfetmeyi bulacak; bulduğunda ihya olacak, bulamazsa büyük hayal kırıklığına uğrayacaktır.
Bazen de annesinin aşırı sevgisinden bunalacak; kendini bu sımsıcak sevgi havuzundan hayat denilen hoyrat okyanusun hırçın dalgalarına atacaktır.
Ben öyle yaptım.
Bir gün ayrılması mukadder yolları; bilerek erken ayırdım.
O yolda sadece kendimi bulmak değil; onun da bensiz bir hayat kurmasına yardımcı olmaktı amacım...
Belki haklıydım; belki yanıldım.
Can ile Civan,
Şöyle oldu: Üniversite çağındaydım.
İş bulmuş çalışıyordum.
Evde bütün ömrünü bana adamış iki insan vardı ama ben bunun konforunda, bir elim yağda, bir elim balda keyif sürmek değil, bedeli ne olursa olsun kendi hayatımı çizmek istiyordum.
Ben ömür boyu o pamuklarla sarmalanmış yaşayamayacağımı biliyordum. Bir an önce taşın soğukluğunu hissetmek, sokakla mücadele etmek, belalarla yapayalnız baş etmek istiyordum.
Bir kanaryamız vardı; adı Civan... İkimiz de sevgiye boğulmuştuk; yemeğimiz önümüze gelirdi; gün boyu keyifle şarkı söylerdik ama galiba Can da Civan gibi, bütün bu konforun içinde, bir altın kafeste hissediyordu kendini...
Kanatlanıp uçmak istiyordu.
"Gitmeliyim!"
Ve uçtum bir gün...
O gün, dün gibi aklımda hâlâ...
Okuldan bir arkadaşımla şehrin öbür ucunda bir bekar evi tutmuştuk.
Bir akşam vakti, bu yeni durumu ailede konuşmuştuk.
Anlatması zordu, nedensizdi.
Etrafımızda örneği yoktu; benzersizdi.
Şaşırdılar; belki içten içe kırıldılar; suçu kendilerinde aradılar.
Ama bana yansıtmadılar.
Birkaç soru sordular:
"Nasıl geçinirsin?"
"Ne yer ne içersin?"
Ve sonuç:
"Sen bilirsin."
"Haydi git!"
Kafesten çıkıp gökyüzüyle tanışan bir kuş kadar özgürdüm; bir o kadar acemi...
Yine de, taşınma günü geldiğinde kaygıdan çok heyecan vardı yüreğimde...
Eşyalarımı paketledim. Birlikte oturacağım arkadaştan yardım rica ettim.
Geldi; tek tek taşıdık kutuları arabaya...
Veda vakti gelmişti. Aynı şehirde olacaktım; belki her gün uğrayacaktım ama yine de gidiş gidişti.
Vedalaşma gerektirirdi.
Abartmamak için "Haydi eyvallah" dedim; "...akşama gelirim."
Hiçbir farklılık yokmuş gibi çıktım gittim.
Sonra bir eşyamı unuttuğumu fark edip döndüm geri; kapıyı çaldım. Açtığımda annem ağlıyordu; babam teselliye çalışıyordu.
"Git haydi" dedi gözyaşını gizlemeye çalışırken annem; "Bir şey yok... Biz hallederiz."
Bu "basit" kararla ne derin bir yara açtığımı o zaman anladım.
Yine de caymadım.
Altın kafesin dışında...
Bir süre iki ev arasında mekik dokudum; onları bunun bir ayrılık olmadığına inandırma uğruna bir hayli yoruldum.
Uzun süre gelmediler yeni eve...
Geldiklerinde de hayret ettiler, onca ev işini becerebilmeme...
Baba ocağında, kıyamadıklarından, bir ampul takmamı bile istememişlerdi; ayrı eve çıktığımda bir ampulü takamaz haldeydim.
Şimdi atan sigortaları tamir edebilecek kıvama gelmiştim.
Bulaşık, yemek, ev idaresi... Yeni bir yaşam dersi başlamıştı.
Bu kez korunaksız, kalkansızdı. Öyle olduğu için de başarmanın keyfi inanılmazdı.
Annem, elleriyle yetiştirdiği narin kuşun uçmasını gizliden bir gamla ama iftiharla izliyor; gamını içine gömüyor, iftiharını gözbebeklerine yansıtıyordu.
Yeni hayat!
Çocuk doğurmak nasıl tarihi bir sınır çizgisi ise kadınların hayatında; çocuğundan ayrılmak da öyle galiba...
İlki nasıl bir anda dolduruyorsa hayatı; ikincisi öylesine büyük bir hızla boşaltıveriyor.
Ve anne, nasıl bu kadar hızla büyüyüverdiğine hâlâ inanamadığı evladının kırık dökük hatıraları, eski fotoğrafları, dünkü oyuncakları, minicik zıbınları ile baş başa kalıveriyor.
Benim annem de öyle oldu.
Can yuvadan uçtuktan sonra Civan'la baş başa kalmışlardı.
O da çok yaşamadı benim ardımdan...
Ev hepten sessizleşti.
Yeni bir evlat için çok geçti; yeni bir kuşa yürek yetmezdi.
Yüzlerini birbirlerine döndüler.
Yeni baştan bir yaşam ördüler.
İki adama bir ömür
İki adama bir ömür veren kadın, muhtemelen bir hayli zorlandı bu ayrılıkta...
Belki ben de zorlandım; zorlandığımı hissedip bundan gizli bir tat almasından da hoşlandım.
Hem onsuz olamayacağımın göstergesiydi bu; hem zorlansam da inatla başarmaya çalışacağımın...
İkisinde de kendisi için bir gurur payı vardı. İşte yalnız da ayakta durabilen bir evlat yaratmıştı ama bu başarı, sonuçta kendisini yalnız bırakmıştı.
Savaşı kazanacak barutu bulan ama o barutla ilk sırada vurulan bir nefer gibi gururu kederine bulanmıştı.
Seni seviyorum!
Uzun yıllar geçti aradan...
Yuvadan uçurdukları kuş; yuva kurdu, kuş sahibi oldu.
Karşılıksız sevmeyi, almadan vermeyi, haram yememeyi nasıl öğrendiyse öyle öğretmeye çalıştı.
Bir gün kuşun yuvadan uçabileceği fikrine alıştı.
Bugün biliyor ki yazdıkları, biraz da uzak bebekliğinin gecelerinde kulağına fısıldanan o kitaplardan aklında kalanlardır.
Konuştukları, annesinin gençlik öğütlerinden hatırlananlar...
Sevdikleri, sevildiği yıllardan örnek alınanlar...
Bugün, eski kafesinde yeni bir Civan'ı var annemin... Bir gün gidivereceğini artık bilerek; ama bundan kederlenmeyerek şimdi onu büyütüyor.
İki adama adanmış zorlu bir yaşamda, erken vurmuş bir ayrılık acısıyla, eski zıbınlar, hatıralar, fotoğraflar arasında, bugün de varlığıyla bana güç veriyor.
Erken ayrıldıysak da aslında hiç ayrılmadığımızı biliyor.
Onu ne çok sevdiğimi de...
Her daim seveceğimi de...
not:alıntıdır
Can DÜNDAR