Bu müşterimle bir veya bir buçuk yıldan beri tanışıyordum. Ama bana türlü tasarım işi vermemişti. Bir defa lüks bir kahve içim salonuna çağırdı, bir fincan kahveye 20 milyon falan ödedi. Yanında eşi de vardı. Eşim diye tanıştırmadı, bayanın adını söyledi. Hanım arkadaşı sandım.
Bir ürün katalogu yaptıracakmış. Sayfa başına tasarım fiyatı aldı. O gece epey konuştuk.
Reklamcılık bilgilerimi aktardım, çizgi altı iş nedir, çizgi üstü iş nedir bunları anlattım. Ajans tasarımı nedir, matbaa tasarımı nedir. Bunları anlattım.
Adanalı şivesiyle ve tüccar üslubuyla;
“Abi senin gonuştuhlarını anlamayom ya, gulturünle beni eziyon valla.” diyordu.
“Gıymatlı fikirlerinden istifade edek, seni reklam danışmanımız mı ne yapah ya…” diyordu.
Dışarıdan baksan en pahalı giysileri giyiyor, en pahalı kahve salonlarında yüksek sosyete ile kahve içiyor ama anadolu esnafı gibi konuşuyordu.
****l fabrikaları, un fabrikaları, gıda ve içecek fabrikaları olduğunu sonradan öğrendim.
Neyse, aradan 10-15 gün geçti. Oğlu ve hanımıyla bizim eve geldi. Bayanın eşi olduğunu ve düzenli bir aileye sahip olduğunu o zaman öğrendim. bu Anadolu fabrikatörü abimizin, bir oğlu Amerika’da, bir kızı da İngiltere’de okuyormuş,. Ben kendisini fabrikatör sanıyordum.
Bu arada hanımı benim kediyi görünce, çığlık atarak koltukların tepesine çıktı oturdu. Kediden çok korkarmış. Kediyi öteki odaya kapadık, bütün gece miyavlayıp durdu. Oysa hanıma “kedi seni koklasın, kokunu hafızasına alsın, minderine gider yatar, kobra yılanı değil bu,” dediysek de anlatamadık. Kadının çığlıkları dinmiyordu.
Kediyi odaya kapatınca bu kez kedinin çığlıkları dinmedi. Ben bu toplantıdan zevk almadım.
Bir taraftan kadının ya da adamın anlattıklarını dinlemeye çalışıyor, bir tarafta 5 yıldır elimde büyüyen kedimin yalvarışlarını duymamaya çalışıyordum.
Neyse, esas fabrikatörün bayan olduğunu, Adanalı abimizin bu fabrikatör aileye damat olarak girdiğini, üretime de reklama da bayanın baktığını, damat abimizin bu yüzden reklam toplantılarına hanımını da getirdiğini, esas karar verici yetkilinin hanım ablamız olduğumu kedimizin ağlamaları sırasında öğrendik.
Derken konu, Açıkhava reklamcılığına ve tabelacılığa geldi. Bayan dedi ki, fazla pahalı olmayan bir duvar reklamı vermek istiyorum, şöööyle bir binanın yan duvarına, şöyle 10-15 metre filan. Kaça çıkar bu?
Dedim ki, digital baskı olarak çok çıkmaz, metrekaresi 6 dolardan bastırırız, 100 metrekare olsa 600 dolar eder. Hadi duvara germesi filan hepsi 1000 dolar olsun, minimum buradan başlar.
Ama esas maliyeti duvar kirası tutar, dedim. BU reklama elverişli apartman duvarları önceden tespit edilmiştir ve çok pahalıdır dedim.
“Olsun ben de ucuz semtlerde ara sokaklarda bir duvar bulurum, ona vinil baskı kaplatırım” dedi.
O zamanlar 14 yaşındaki oğlum dedi ki, “ama abla kenar mahallede senin reklamını kim görecek, reklam çok görülen yerlere yapılır” dedi.
Bayan dedi ki;
“olsun ben öyle istiyorum”
Vay be dedim, Allah bu damat abimize sabır versin, para için nelere katlanıyor?
Neyse oğlum ve ben baktık ki, bu aile karı-koca reklamı yalamış yutmuş. Her şeyi bizden daha iyi biliyor. Gözünü sevdiğimin parası dedim, ne biçim konuşturuyor adamı…
Neyse kazasız belasız evimizden gittiler. Benim kedi de ağlaya ağlaya öteki odada uyuyup kalmış.
Oğlumla ben birbirimize dedik ki, bunlardan bize müşteri olmaz, aile dostu da olmaz. Boşuna zaman geçirmeyelim, onlar Çukurovadaki pamuk tüccarlarıyla veya maden ocakları sahipleriyle oturup ben bunu istiyorum, ben şunu yaptırıyorum, ben bunu alıyorum gibi derin felsefi muhabbetlere dalsınlar. Biz de grafikerler niçin eziliyor diye kafamızı yoralım.
Sonra öğrendik ki; 64 sayfalık tasarımı ürün fotoğraflarını çektirdiği fotoğrafçıya vermiş 64 sayfanın her sayfası bir öncekinin kopyası. Fotoğrafçı da tutmuş grafiker, işi yaptırmış.Aslında bir sayfa tasarım yapmışlar 64 sayfaya kopyalamışlar. Her sayfaya da iyi bir rakam tasarım parası almışlar.
Sağolsun beni arkadaş grubunun mail listesine dahil etmiş olan bu damat abimiz; 1 yıl boyunca bana ve tüm mail grubundaki dostlarına güzel sözler, ilginç power point gösterileri , ünlü şairlerden hoş şiirler vs gibi şeyler forward ederek KÜLTÜR ve SANAT etkinlikleri yapıyordu.
Veya bu eylemlerini kültür-sanat etkinliği sanıyor ve mutlu oluyordu.
Bir gün oğlumun benim için yaptığı web sitesini yenilediğimizi söyledim ona. Yeni web sitemi görüp beğenmiş. Hanımına da söylemiş. Hanımı, “Faruk beye yakışan bir web sitesi olmuş “ demiş.
İstesek filanca şarap markasının web sitesi gibi ödül almış ve mükemmel bir web sitesi yapabileceğimizi söyleyince, Şarap firmasının sitesine baktı ve beni telefonla aradı. “Sahi şarap firması gibi yapabilen mi ağbi” dedi bana. Daha iyisini bile yaparım deyince, gaça yapıyon deyiverdi. Kaç ürün var dedim.50-60 dedi. Neyse, olması gereken fiyatın çok ama çok altında bir fiyat söyledim, ona bile itiraz etti. Kurbanlık koç pazarlığı yaptı… O fiyatı da kırdı… Sonra işi bize verdi, hemen kaparomuzu verdi. Ev kiramızı o kaparo ile verebildik.
Çok ucuz fiyat verdik oğlum dedim, oğluma. Baba pahalı verirsek iş kaçıyor, ucuz versek bize yazık oluyor. Nedir bunun ortası? dedi. Oğlum bunun ortası ya marka olup, istediğin fiyatı çekeceksin, ya da marka olamazsan bu kahrı çekeceksin dedim.
Neyse işe başladık, 50-60 tane olan ürün sayısı 90-100 oldu. İşçiliğimiz ve emeğimiz yarım kat daha arttı. Bir de İngilizce kısmını da sokuşturdu bize, bu kez emek bir buçuk kat arttı.
Derken bayi listesi ve ürün teknik listesini de sokuşturdu…1 ay sürecek site 3 ay sürdü.
Ama ortaya gerçekten mükemmel bir iş çıktı.
Bu arada işin ortasında müdahale etti, şarap firması stilinden başka bir stile döndürdü, açılan butonları. Gerekçesi şu; “Ağbi bizim müşteriler sabırsızdır, geriye dön okuna basmazlar, sen bütün menüleri gözükecek şekilde ayarla ki geriye gitmeden hepsini görsünler.”
O zaman prestij formatındaki site satış ve pazarlama formatına döndü. Kısaca 1,5-2 misli olan işçiliğimiz 4 misline filan çıktı. Çok küçük bir miktar ilave para istedim. Hemen verdi. Demek ki bu siteyi çok ucuza kapattığını biliyordu. Resmen ölmüş eşek arıyordu ve bulmuştu.
Neyse site bitti.
Yeni işler beklerken, bir bloknot işi getirdi. Yahu dedim, bunu bana getirme, bana kampanya getir de seni grubunda bir numara yapayım. Bu bloknotu ver matbaadaki grafikere logoyu şöyle koysun, olur.
Sen reklamcıya ne yapacağını söyleme. Sen matbaa grafikerinin yanına oturup art direktörlük etmeye bayılıyorsun. Sen işçiliğe para ödemeye alışmışsın, esas reklam fikir kısmındadır.
Sen kafandaki fikri matbaa grafikerine uygulatmaya alışmışsın.
Hadi yazsana bana 1-2 tane basın ilanı metni… Hadi bulsana bana reklam kampanyası konsepti. Bunlar zor değil mi? Ama şu resmi buraya koy, burayı da şu renk yap demek hoşuna gidiyor değil mi? dedim.
Tamam ağbi, bana kampanya yap o zaman dedi.
Bak damat abi dedim, kampanya yap demekle olmaz. Gazetelerin ilan sayfalarının fiyatlarını alacaksın… Reklam için ayırdığın bütçe ile karşılaştıracaksın. Araba almaya gidiyorsan, ev alacaksan kaç paralık araba, kaç paralık ev alacağını bileceksin.
Bu nedenle reklam ajansları reklam verene ; reklam bütçeniz ne kadar diye sorarlar. Buna herkes kızar ama, emlakçı da kaç paraya kadar ev arıyorsun der.
Önce bir reklam bütçeni saptayacaksın, o bütçeye göre hangi günler, hangi sayfada, hangi ölçüde ilan vereceğini ayarlayacağız. Buna medya satın almak ve medya planı yapmak denir.
Ondan sonra seninle oturup anlaşma yapacağız ve kampanyaya kademe kademe başlayacağız, bir savaş yapar gibi harp planımızı adım adım uygulayacağız. Bazı gün büyük bir sayfa, bazı günler çeyrek sayfa ilan vereceğiz, tıpkı top atışı veya tank saldırısı gibi olacak dedim.
Tamam abi bir bütçe ayarlayayım sana dönerim dedi.
Bu arada yine bana çeşitli güzel sözler, çeşitli güzel reklamlar yollayıp durdu.
15 gün sonra mail attım.”Reklam bütçeni planladın mı?”
Gelen cevap “güzel bir reklam fikri buldun mu?”
Verdiğim cevap;”sen paradan haber ver, bende fikir çook !”
Damat efendi bedava mezar bulsa girecek…10 gün ses çıkmadı, damattan tık yok.
Derken ATWS (Ali Taran Work Shop) firmasının artık homeoffice türü çalışacağını ve Ali Taran’ın elemanlarının Ali Taranın iş yerinde değil, her elemanın kendi evinde çalışacağına dair bir haber yolladı bana.
Yani tüm çalışanlar artık işyerine gelmeyecek, ve herkes evinden çalışıp tasarımları, metinleri vs.yi patrona yollayacakmış.
Zaten bunu hep düşünürdüm, artık okula gitmenin bile gereksiz olduğunu eğitimin internet kanalıyla yapılması gerektiğini, okula kalem defter yerine lap-toplarla gidilmesini düşünürdüm, ama korkumdan ancak çok yakınlarıma açılırdım.
Damat bey, bu haberi yollayınca bana; bu adam kampanya fiyatı araştıracağına bunları yolluyor, kampanya filan yaptıramaz bu adam, ancak matbaa işleri bastırır diye düşündüm ve şu maili yazdım;
“Ali Taran’a sordun mu kampanyayı kaça yapıyor?”
Amacım, “beni matbaa grafikerleriyle karşılaştırma, ciddi reklamcılarla karşılaştır”, demekti.
Hemen cevap verdi;
“Ağbi, Ali Taran kampanyayı bana bedavaya yapıyor”
Hani sen de bedava yap, demenin kurnazcası…Ya, içimden, sen kimsin ki sana Ali Taran gibi bir dev reklamcı bedavaya kampanya yapsın dedim, kimi kandırıyor bu Anadolu kurnazı dedim, ve oturup şu şiiri yazdım;
Ali Taran demek ki bedavaya iş yapıyor,
Demek Dubaide bedavaya kalıyor.
Anladım ki bu yüzden ofis kirası vermiyor.
Home ofisin garipleri bedavaya tepiniyor..
Hava yiyor bunlar, su içiyor.
Bedava çalışarak kendinden geçiyor.
Reklamcılıkta bedava fikir..Otelde bedava oda...
Sende de herhalde bedava un, yağ, baklava...
Amerika istemez çocuklardan para,
Amerikada okumak zaten bedava.
Olamadık bedavadan bir damat,
Tut da damatlığından dama at.
Bedavadan kim kime ne veriyor?
Hanımlara sor, onlar biliyor.
Eminim Ali Taran da iyi şiirler yazar...
İnsanlar fazla paradan azar.
Bulunmuyor bile bedava mezar,
Maşallah aklına değmesin nazar.
Yine ölmüş eşek bulmuşsun, tebrik ederim.
Ama eşek bir kere ölür, dikkatini çekerim.
Bedava yaşıyoruz artık bedava...
Bak bu şiir de bedavadır, anlayana...
Faruk Çağla (2008)
Bu şiirden sonra garibim altta kalmayacak ya; o da bir şiir yollamış, ama kendi şiiri değil elbet. Kendisi asker mektubu yaz desen ortasında tıkanır, daha ne yazayım diye ona buna sorar, çırpınır.
Can Yücel’den bir şiir yollamış.
Ben de şu cevabı yazdım;
Abi,
Demek Can Yücel bu şiiri sana bedava yazmış ha?
Sende ne hikmet vardır ki, bütün sanatçılar, reklamcılar sana bedava hizmet ediyor abi?
Faruk Çağla
(Bedava Fikir Verilir)
Ondan şu karşılık geldi;
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
“Ağabey bunun bedava oldugunu nasıl anladın gerçekten hayret. Bana bugüne kadar kimse bedava hizmet vermedi.
Bulursam bedava hizmet veren niçin almayayım?
Bedava fikrin varsa da alalım. Aziz mübarek günlerde sevap işlemiş olursun.
Size kolay gelsin, Dersler başladı mı?”
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Dersler dediği, üniversitedeki yeni görevim, bir üniversite beni sonunda ders verecek nitelikte buldu da, öğrencilere iletişim grafiğini anlat dedi, onu soruyor.
Bir de ramazanda bedava fikir ver, sevaba gir diyor… Kurnaza bak kurnaza… Yüzsüzlük bu kadar olur ha… Din ile iman ile kandıracak beni. Ne tüccar ha !
Cevabım şu oldu;
“Üniversite fikirlerime para ödüyor abi...
Şiirin bedava olduğunu nasıl mı anladım?
Senin fikire değil de işçiliğe para ödediğini bildiğimden abi...
Gelişmiş toplumlar fikire para öder kalkınır. Gelişmiş firmalar da böyle kalkınır, yanlış mı abi?
Dersler 22 sinde başlıyor.
Anlaşılan o ki, ilk dersi sana vermek gerekiyor, damat bey kardeşim (bak Ali Taran bile bu dersi bedava vermez, kıymetini bil);
"Bana bugüne kadar kimse bedava hizmet vermedi."
diyorsun damat bey. Ali Taran bedava verecekmiş işte. Sen dememiş miydin?
Bundan iyi fırsat olur mu, aman kaçırma. Ama niye bedava imiş, onu da sorgula...
Bedava sirke baldan tatlıdır, onu biliyorum. Bedava günahımı versem alacaksın derler.
Ama bir de bedava bomba olsun da içimde patlasın diyenler vardır. Bir de bedava kazık bulsam üstüne otururum diyenler vardır. Acısı sonra çıkar.
Bedavanın faydası kadar zararı da olabilir.
Biz ne kadar birbirimize takılsak boş. Bu sistemde haklı olan değil güçlü olan konuşur. Türkiye gibi toplumlarda güç bilgiye sahip olanın elinde değildir.
Bu ülkede zihniyet değişmedikçe fikire değil işçiliğe para ödenir, Türkiyede fikir para etmez... Bu düşüncemden vaz geçmem. Reklamcılar Derneği bile BU fikrin ucuzu yokmu diye ilanlar vererek fikir denilen şeyi ucuza kapatmak isteyenlerle dalgasını geçmişti.
Kısaca Türkiyede Ali Taran gibi bir reklam dehası senin işini bedava yapacaksa ve karşılık olarak senden hiç bir şey UMMUYOR ve BEKLENTİSİ yoksa buna şaşırmamak elde değil. Ama sonra, fikir bedava, uygulama parayla demesin... Fikre para ödemeyip, işçiliğe para ödeyen zihniyetler bu tuzağa kolay düşer. Terzi dikişe para almıyorsa acısını kumaştan çıkartır...
Ayrıca; elbette ucuz mal veya hizmet bulursan alacaksın. Bu ticaretin kuralıdır. Ama benim vereceğim bedava fikirle kimsenin servet yapmasına izin veremem. Kimse bana bedava fabrikadan hisse vermiyor...
İşin ticari ve kültürel boyutu budur, bir de dini boyutu vardır. O da şudur;
Zekat ve sadaka yoksuldan alınmaz, zenginden alınır.
Zekat ve sadakayı ihtiyaç sahibi olmayan kişi ihtiyaç sahibi olana verir. Sevap böyle oluşur, fakir zengine sadaka verirse dinimizde bu sevap değil, ahmaklık veya sömürüdür. Alan zengin de günaha girer. Seni günaha sokmamayım.
Eğer Ali Taran gibi servetim olsaydı, belki o zaman "fikirlerimi sadaka" niyetine dağıtırdım. İhtiyaç sahibi olan zavallı "öksüz oğlu öksüzler" mübarek günde istifade etsinler diye.
İyi ramazanlar dilerim.
Faruk Çağla
(İhtiyaç sahiplerine SEVABINA bedava kültür dersleri verilir)
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Bir yaşlı grafikerin anılarını okudunuz.( Öksüz oğlu, damat beyin holdinginin adıdır)
Ben sadece bu siteye yazmıyorum. Bir de böyle seçkin ve kültürlü müşterilerime yazıyorum.
Efendim?
Elbette BEDAVA tabii ki…