mavitayfa
🏆Pro Tasarımcı🏆
- Katılım
- 30 Tem 2007
- Mesajlar
- 575
- Tepkime puanı
- 11
Gösterimi devam eden iki filmle ilgili Kelebek ve Dalgıç ile Amerikan Gangısteri hakkında yazılan sinema eleştirisini paylaşmak istiyorum
İki film arasında kurulan ortak nokta, düşünmeye değer ...
İki film arasında kurulan ortak nokta, düşünmeye değer ...
Kelebek ve Gangster
Birbirinden sucuk ve yumurta kadar farklı olan iki film: 'Kelebek ve Dalgıç' ile 'Amerikan Gangsterleri'. Ama peşi sıra izlediğinizde tıpkı 'sucuklu yumurta' kadar uyumlu olduğunu anladığınız filmler aynı zamanda. Her ikisi de gerçek olaylardan ve gerçek kişilerden yola çıkılarak hazırlanmış tekstlere sahipler zira.
Önce Fransız Elle Magazin'in editörü Jean-Dominique Bauby'nin gerçek hayat hikâyesine dayanan Kelebek ve Dalgıç'tan başlayalım. Jean-Dominique Bauby 43 yaşında felç geçirir ve bütün kas kontrolünü kaybeder. Kontrol edebildiği tek kas, sol göz kapağıdır; dolayısıyla dış dünya ile temas kurabildiği tek yeri de orası. Terapistinin hazırladığı özel alfabe ile, her seferde sadece bir harfe gözünü kırparak iletişim kurmayı öğrenir. İnsanların düşlerine ve beklentilerine hükmeden büyük 'ayarmatör' şimdi ağır ve hantal bir dalgıç giysisinin içinde hapsedilmiştir sanki. Albert Camus'nun cezaevindeki 'yabancı'sı gibi, zamanla 'dışarıda bir hafta geçiren adamın içeride asla sıkılmayacağını' anlar, yaşadıklarını gözden geçirir, yaşadıkları üzerinden hayallere dalar; hatta yazmaya başlar. Bir yayıneviyle anlaşır ve kaldığı klinikte, kendini Bauby'ye adayan bir yardımcı tarikiyle, şimdi filme uyarlanmış halini izlediğimiz kitabı yazar.
Amerikan Gangsterleri'nin Franc Lucas'ı ise Amerikan toplumunun bozulmaya başladığına dair özlü analizlerini yaptıktan az sonra ölen mafya babasının şoförü olarak hıfzettiklerini, Harlem'de düzeni sağlamak için kullanacaktır. Uyuşturucu işine kendine özgü bir ahlaki sistem(!) getirecek, bundan kelli kimse kötü ve karıştırılmış mala iki kat fiyat ödemeyecektir. Yönetmen Ridley Scott, Gladyatör'de allayıp pulladığı Russel Crow'unu, Denzel Washington'ın canlandırdığı Lucas karakterine duyduğu hayranlıktan ötürü neredeyse harcayacak, onu hemen hemen kofti bir adam olarak tanımamıza neden olacaktır. Lucas, Vietnam'da süren savaşta ölen askerlerin tabutlarında ülkeye uyuşturucu sokacak ve Birleşik Devletler'in uçaklarını bile sinsice kendi çarkına amade kılacak kadar akıllı; özel hayatında oldukça muhafazakâr ve tutarlı, aile değerlerine inanan, sade görünmeyi önemseyen bir adamdır zira. Poliste tek bir kaydı bile bulunmadığı halde mafyanın işlerini allak bullak eden Frank Lucas'ın, dedektif Richie Roberts'ın (Russel Crowe) vizörüne takılmasının en önemli sebebi, Muhammed Ali'nin tarihî maçına giderken ilkelerinden sapıp, karısının hediye ettiği milyon dolarlık çinçila kürkü hatır için giymesi oluyor. Gösterişli giyindiği tek günün, yaver giden şansının döndüğü gün olması tesadüf değil.
Biri sadece tek bir kasına, göz kapağına söz geçirebilen, diğeri ise bir katil, bir uyuşturucu satıcısı ve bir aile babası olarak her alanda imparator olan iki adam arasında bir anlığına görülebilen ince bir benzerlik var. Felçli dergi editörü Jean Dominique ve suç imparatoru Frank Lucas, yükseliş anlarında elde ettikleri başarıyı, çöküş zamanı geldiğinde pragmatik bir ahlak anlayışına ve anlam arayışına tahvil etmeyi başarabilen adamlar. Her ikisi de içinde oldukları anın baş edilemez bir gerçeklik içerdiğini anladıklarında bile, buna 'yolun sonu' demeyi değil, 'işte yeni bir gerçeklik' diyebilmeyi becerebiliyorlar. Bir kere elde edilmiş bir gücün, bir kere kat edilmiş bir mesafenin asla yok olmayacağına, sönümlenip gitmeyeceğine yönelik paradigmaya manevi zemin temin ediyorlar.
Amerikan Gangsterleri'nin Franc Lucas'ı ise Amerikan toplumunun bozulmaya başladığına dair özlü analizlerini yaptıktan az sonra ölen mafya babasının şoförü olarak hıfzettiklerini, Harlem'de düzeni sağlamak için kullanacaktır. Uyuşturucu işine kendine özgü bir ahlaki sistem(!) getirecek, bundan kelli kimse kötü ve karıştırılmış mala iki kat fiyat ödemeyecektir. Yönetmen Ridley Scott, Gladyatör'de allayıp pulladığı Russel Crow'unu, Denzel Washington'ın canlandırdığı Lucas karakterine duyduğu hayranlıktan ötürü neredeyse harcayacak, onu hemen hemen kofti bir adam olarak tanımamıza neden olacaktır. Lucas, Vietnam'da süren savaşta ölen askerlerin tabutlarında ülkeye uyuşturucu sokacak ve Birleşik Devletler'in uçaklarını bile sinsice kendi çarkına amade kılacak kadar akıllı; özel hayatında oldukça muhafazakâr ve tutarlı, aile değerlerine inanan, sade görünmeyi önemseyen bir adamdır zira. Poliste tek bir kaydı bile bulunmadığı halde mafyanın işlerini allak bullak eden Frank Lucas'ın, dedektif Richie Roberts'ın (Russel Crowe) vizörüne takılmasının en önemli sebebi, Muhammed Ali'nin tarihî maçına giderken ilkelerinden sapıp, karısının hediye ettiği milyon dolarlık çinçila kürkü hatır için giymesi oluyor. Gösterişli giyindiği tek günün, yaver giden şansının döndüğü gün olması tesadüf değil.
Biri sadece tek bir kasına, göz kapağına söz geçirebilen, diğeri ise bir katil, bir uyuşturucu satıcısı ve bir aile babası olarak her alanda imparator olan iki adam arasında bir anlığına görülebilen ince bir benzerlik var. Felçli dergi editörü Jean Dominique ve suç imparatoru Frank Lucas, yükseliş anlarında elde ettikleri başarıyı, çöküş zamanı geldiğinde pragmatik bir ahlak anlayışına ve anlam arayışına tahvil etmeyi başarabilen adamlar. Her ikisi de içinde oldukları anın baş edilemez bir gerçeklik içerdiğini anladıklarında bile, buna 'yolun sonu' demeyi değil, 'işte yeni bir gerçeklik' diyebilmeyi becerebiliyorlar. Bir kere elde edilmiş bir gücün, bir kere kat edilmiş bir mesafenin asla yok olmayacağına, sönümlenip gitmeyeceğine yönelik paradigmaya manevi zemin temin ediyorlar.
Jean Dominuque, kasları derin bir sessizliğe gömüldüğünde 'Hayatımın ne kadar güzel olduğunu anlayabilmem için meğer bu felaketin ışığı gerekiyormuş.' diyor. Her ikisinin zihni de felaketlerin ışığıyla kamaşmak yerine, yeni bir imkâna doğru ışımayı başaracak kadar organize. Jean içindeki potansiyeli, acziyetten çıkarıyor, Frank ise beyaz adamın kötü kanun adamlarına duyduğu 'öfke'den temin ediyor, 'ahlaksız polislere son!' şiarıyla, kanunla uzlaşma noktasına sıçramasını sağlayan potansiyeli.
İnsanların hayatlarını bencilce tasarlayanların ya da o hayatlar hakkında zalim kararlar verenlerin içinde, zor günler için biriktirilmiş ne velud ne yüce gönüllü duygular olduğunu görüyoruz böylelikle. Başarı duygusunun karmaşıklığı karşısında hayrete düşüyor, felaket olarak tezahür eden adaletin kurgusunu alkışlıyoruz.
İnsanların hayatlarını bencilce tasarlayanların ya da o hayatlar hakkında zalim kararlar verenlerin içinde, zor günler için biriktirilmiş ne velud ne yüce gönüllü duygular olduğunu görüyoruz böylelikle. Başarı duygusunun karmaşıklığı karşısında hayrete düşüyor, felaket olarak tezahür eden adaletin kurgusunu alkışlıyoruz.
NİHAL B. KARACA
25-01-2008
25-01-2008