Neler yeni

Yeni mesajlar Yeni konular En çok mesaj En çok tepki En çok görüntülenen

Küçüklere Masallar

N/A8

♾️Grafik Gurusu♾️
Katılım
31 May 2007
Mesajlar
1,155
Tepkime puanı
73
Çimendeki Prenses

Uzak ülkelerden birinde kralın on iki oğlu varmış. Kral evlatlarını
çok sever, onların kendi gibi mutlu olmasını istermiş.
Çocukları büyüyünce, kral her birine birer at vermiş ve
onları kendilerine eş aramak için dünyanın dört bucağına göndermiş.
Ama kral prenslerin sıradan kızlarla evlenmelerine karşıymış.
O, oğullarının becerikli kızları kendilerine eş olarak seçmelerini dilermiş.
"Evleneceğiniz kız, bir gün içinde kendi dokuduğu
kumaştan sizin için gömlek dikebilmeli.Böylesini bulabilirseniz getirin. Yoksa başka
kızı sarayımda gelin olarak kabul etmem
" demiş.
Kardeşler yola çıkmışlar. En küçük kardeş en çelimsizleriymiş.
Onunla alay etmişler ve:
"Sen zaten kendine bakamıyorsun, öyle dünya beceriklisi bir kızı nereden
bulacaksın? Git başımızdan ve ne halin varsa gör"
diyerek kovalamışlar.
Küçük kardeş onlara yalvarmış. Terk etmemeleri için diller dökmüş.
Ama onu kimse dinlememiş. Sonunda çaresiz geri dönmüş.
Saraya da gidememiş. Ormanları, çayırları dolaşarak ne yapacağını
düşünmeye başlamış. Bir ara bir vadiye ulaşmış. Atından inip biraz
dinlenmek istemiş. Birden ayaklarının dibinde birşeylerin kımıldadığını
hissetmiş. Eğilip bakmış ki ne görsün: Minicik bir kız, ufacık bir koltukta
oturuyor. Arkasındaki kutu kadar bir yükseltinin de sanki pencereleri ve
kapısı varmış. Oğlan gözlerine inanamamış. Kız bir de su şırıltısı gibi bir
sesle ona seslenince daha da şaşırmış:
"Niye böyle kederlisin güzel çocuk" demiş kız.
Kralın en küçük oğlu başına gelenleri birbir anlatmış. Minik kız
dikkatle dinlemiş sonra da :
"Üzülme" demiş, "herşeyin bir çaresi bulunur. Eğer beni sözlün olarak
kabul edersen, sana şimdi hemen bir gömlek dokur ve dikerim. Hem de
öyle güzel dikerim ki, titiz baban tek bir hata bile bulamaz!"

Delikanlı çok sevinmiş:"Elbette" demiş, "kabul etmez olur muyum!"
Küçük kız ellerini çırpmış. Arkasındaki minicik kulübeden
kendinden de küçük üç hizmetçi çıkmış. Ellerindeki çıkrıkları, dokuma
tezgahını, dikiş makinesini çimenlerin üzerine koymuşlar. Minik kız ise
çalışmaya başlamış, ama ne çalışma! Küçük prens kızın hızla çalışan
ellerini gözleriyle takip etmekte güçlük çekiyormuş. Göz açıp
kapayınca kadar gömlek hazır olmuş. Oğlan gömleği katlayıp cebine
koymuş. Bir yandan da, bu fındık faresinin kuyruğundan da küçük olan
gömleği babasına nasıl vereceğini düşünüyor, biraz utanıyormuş.
Ama sonuçta babasına gömleği vermiş. Gerçekten de babası gömleği
çok beğenmiş ve oğlunun o kızla evlenmesine razı olmuş.
Kralın oğlu heyecanla çayıra koşmuş. Minik kızı atına alıp saraya
götürmek istemiş. Ama kız kendi arabasıyla yolculuk etmek istiyormuş.
Arabası da, önüne dört beyaz fare koşulmuş küçük bir gümüş kaşıkmış.
Delikanlı, atının ayağı minik kızın arabasına değecek diye çok
korkuyormuş.Gerçekten de korktuğu başına gelmiş. Hem de tam
köprüden geçerken. Dar köprüde atın ayağı gümüş kaşığa çarptığı gibi,
minik kızla beraber suya itivermiş.Kralın oğlu çok üzülmüş.
Fakat birden sular kabarmış, köpüklerin arasından sarı saçlı, dünya güzeli
bir kız çıkmış. Yüzü minik kızın yüzüymüş.
"Sevgili prensim" demiş, "büyüyü bozdun, beni kurtardın. Bir ömür
boyu mutlu olacağız."
Sonra ikisi birden, prensesin muhteşem arabasına
binerek saraya gitmişler.

 

Benzer konular

Hatice ÇAVDAR

👑Efsanevi Grafiker👑
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
2,441
Tepkime puanı
46
Web sitesi
www.grafikerler.net
BALIKÇI DEDENİN OĞLU

Bir varanın, bir sürenin, zaman zamanda iken, kalbur samanda iken, sucu tellaql keçi berber iken, tavşan bize çırak iken ben onbeş yaşımda çocuk iken, , samanlık tepesinde çelik çomak oynardım. Öteden doğru dedem geldi: oğlum müjde , baban dünyaya geldi dedi.. samanlık saçağından kendimi attım yere. Sonra eve gittim anam verdi babamı elime. Salla dedi beşiği salladım da salladım. Ben beşiği tıngır mıngır sallarken, elimden beşik kurtuldu. Babam vırak vırak başladı ağlamaya. Anam vurdu bana bir oklava…

Bir varmış, bir yokmuş, vaktin birinde bir balıkçı dede yaşarmış. Bu dedenin gözleri günün birinde kör olmuş. Bunun on iki yaşında bir çocuğu ile bir karısı varmış. Bu kadın, kocası balıkçı dedeye,”Adam “demiş “çocuk okula gitsin, ben de çamaşır yıkar, çalışır size bakarım.

Bununu üzerine çocuk okula gitmeye başlamış.Aradan geçen altı yıl boyunca hep kadın çalışmış, evi geçindirmiş.Çocuk 18 yaşına gelince annesine,”Ana” demiş. “Babamın zanaatı nedir ? O da “ahh demiş, senin babanın yüzünden kırk yıldır yanıp kavruluyorum. Un buldumsa tuz bulamadım, tuz buldumsa, un bulamadım. Yazık ki 6 yıldır ellerin işini görüyorum.Yoksa sen de babanın zanaatına mı gireceksin ?

Çocuk”Yok” demiş”ben sadece babamın ne iş yaptını öğrenmek için sordum” Kadın” tavan arasına çık da bak, demiş. Kapının arkasındaki şeyleri görünce babanın ne iş yaptığını anlarsın.

Çocuk tavan arasına çıkınca kapının arkasında bir serpme le zembil bulmuş. Bunları anası görmeden saçaktan aşağıya atmış. Kendiside tavan arasından inip, anasına” ben babamın zanaatını istemem” dedikten sonra evden çıkmış. Dışarıya attığı serpme ve zembili alarak Tuna kıyısında balık avlamaya gitmiş. O gün akşama kadar sekiz okka balık tutmuş, bunları satarak parasıyla un almış, mum almış, iki paralık da kıyma alıp annesine getirmiş.Kadın sevinmiş, çocuk beş altı ay balık tutup anasını güzelce beslemiş.

Günün birinde memleketin padişahı tellal bağırtıp, saray kadınlarının hamama gideceğini, kimsenin sokağa çıkmaması gerektiğini duyurmuş. O gün dükkanlar açılmamış, kimseler sokağa çıkmamış. Fakat bizim çocuk, tenha yollardan dolaşıp Tuna kıyılarına inmiş ve balık tutmuş yine. Eve dönerken, kadınlar yolda çocuğa rastgelmişler . Padişahın kızı” bu ne laf anlamaz adamdır! Kimse sokağa çıkmasın diyen babamı bile dinlemiyor” diye kızmış.

Çocuk kızın sözlerini duyunca, “Ey hanım sultan, sen seni bilirsin, ben beni. Her ateş düştüğü yeri yakar, benim doksan yaşında bir babam, 80 yaşında bir anam var. Bugün balığa gitmeseydim onlar aç kalırlar, susuz kalırlar, kahvesiz , tütünsüz kalırlardı.

Kız bunun işitince oğlana,” Sen bu balıkları satacak mısın , yoksa yiyecek misin ? demiş. Oğlan “size söyledim ya demiş, bunları satıp anama, babama nafaka götüreceğim. Kız oğlanı saraya götürmüş, balıklarını elinden almış götürüp mutfağa bırakmış. Zembilin içine bir okka altın koyup çocuğa vermiş. “ Haydi git demiş, tuttuğun balıkları her gün buraya getir, sana bir okka altın veririm.

Uzatmayalım,çocuk her gün tuttuğu balıkları saraya götürmüş, bir süre sonra çuvallarla altını olmuş. “Artık kazanacağım kadar kazandım, niye balık tutayım diye düşünüp, balıkçılığı bırakmış.

Padişahın kızı , oğlanın artık saraya gelmediğini görünce,merak etmeye başlamış, günden güne sararmış, solmuş, yataklara düşmüş. Onun derdini hiç kimseler anlamamış. Kız artık büsbütün dermansız kalmış, Padişah kime sorduysa kızının derdini bilen olmamış.

En sonunda bir gün, cariyelerden biri kızın bir yandan ağlayıp, bir yandan konuştuğunu duyup, kulak vermiş ve duyduklarını padişaha anlatmış. Padişah kızının gizli derdini öğrendiği için çok memnunmuş.

Padişah, balıkçı dedeyi huzuruna çağırıp, olan biteni anlatmış. Oğlunu damat olarak almak istediklerini söylemiş. Balıkçı dede “Kız da senin, oğlan da senin demesi üzerine düğün hazırlıkları başlamış. Kırk gün kırk gece düğün yapmışlar.

Onlar ermiş muradına, biz de erelim.Gökten üç elma düşmüş, biri söyleyene, biri yazana, biri de dinleyenin başına.
 

N/A7

🏆Pro Tasarımcı🏆
Katılım
11 Kas 2007
Mesajlar
579
Tepkime puanı
12
Yaş
39
Bülbül Cadı ve Ermiş

BÜLBÜL

Çok eski zamanlarda birgün bir delikanlı varmıs...Budelikanlı çok zengin bir ailenin kızına aşık olmus.Ama kızdelikanlı fakir diye ona yüz vermiyormus. Genç bir yılbaşi gecesi bütün cesaretini toplamis ve kızı yılbaşı gecesi balosuna davet etmek için evine gitmiş. Kapıyı genç kız açmış.Kıza kendisini yılbaşı gecesi balosuna davet etmeye geldiğini, birlikte dans etmek istediğini söylemiş.Kız kabuletmiş ama bir şartı varmiş. Ondan balo için diktirdiği elbisesinin yakasına takmak için kırmızı bir gül istemiş.Delikanli sevinerek oradan ayrılmış. Hemen kızın istediği kırmızı gülü aramaya başlamış. Ama mevsimlerden kış olduğunu ve bu mevsimde bir gül bulamayacağını hic düşünememiş.Bütün çiçekçileri dolaşmış ama herkes ona kış mevsiminde gül arıyor diye deli gözüyle bakıyorlarmış.Genç çok üzgün bir şekilde evinin yolunu tutmus.Evine girerken bahçede henüz açmamış bir gül dalı görmüş ama üzerinde sadece dikenler varmış.Gözlerinden bir damla yaş süzülmüş. O sırada delikanlının bahçesine bir bülbül gelmiş.Delikanlının ağladığını gören bülbül buna çok üzülmüş. Sabaha kadar gül dalının başında bildiği en güzel şarkıları söylemiş bülbül. Bülbülün güzel sesinden etkilenen gül dalı sabaha doğru beyaz bir gül açmış. Oysa ki genç kırmızı bir gül istiyormuş.Beyaz bir gülün açtığını gören bülbül göğsünü dikenlerden birine batırarak kanının akmasını sağlamış.Bülbülün göğsünden akan kanla beyaz gül kırmızı güle dönüşmüş. Sabah bahçesinde kırmızı bir gül açtığını gören genç gülü alarak kızın evine gitmiş. Kapıyı yine kız açmış.Kızın yeni elbisesinin yakasına altından yapılmış bir gül taktığını görmüş.Kıza istediği kırmızı gülü getirdiğini,baloya birlikte gidip dans edeceklerini hatırlatmış. Oysa ki genç kız baloya kuyumcu bir gençle gideceğini yakasına da altından yapılmış bir gül taktığını söylemiş ve kapıyı kapatmış.Delikanlı çok üzgün bir şekilde oradan ayrılmış. gözlerinden durmak bilmeyen yaşlar süzülüyormuş.Caddeden karşıya geçerken elindeki kırmızı gül yere düşmüş.Çamurlu ve karlı yolda arabaların altında ezilen gül kaybolup gitmiş.Genç üzgün şekilde evine dönerken bahçesinde gül dalının yanında yerde yatan bir şey görmüş.Hemen yanına gitmiş.Yerde gördüğü bir hiç uğruna canınıveren fedakar bülbülmüş.......






GENERAL ve CADI

Harun Reşit, savaşta esir aldığı düşman generale
—Hayatını bağışlarım ama bir şartım var:
" Kadınlar hayatta en çok ne ister?, Budur bilmek istediğim." > >>Bu sorunun
yanıtını getir; kurtar kelleni !.." der.
General sorar soruşturur, bu çetin sorunun yanıtını arar ve
Kafdağı'ndaki bir cadının
bunu bildiğini öğrenir. Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı arar
bulur ve sorar:
Kadınlar hayatta en çok ne ister?'
Korkunç cadı, yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki, yenilir yutulur
gibi değil.
—Evlen benimle, o zaman öğrenirsin istediğini.'
Bu ölümcül teklifi, kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz
koşar Harun Reşit'e:
—Kadınlar, en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister.
'Harun Reşit bizimkinin hayatını bağışlar >ya; cadıyla evlenmek için
de söz verilmiştir.
Evlenirler.
O ilk gece, general bir bakar ki; o korkunç cadı, dünyalar güzeli bir
afete dönüşmüş,
karanlık odada.
Konuşur cadı:
—Benim kaderim böyle; günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer
yarısı ise çirkinim.
Ne dersin geceleri seninleyken mi, yoksa gündüzleri dışarıdayken mi
güzel olayım?
General düşünür ve
—Sen bilirsin, kararını kendin ver' der.
İşte o andan itibaren korkunç cadı sonsuza dek çok güzel bir kadın
olarak kalır…>
'Peki, bu öyküden çıkarılacak üç ders nedir?
1. Kadınlar en çok kendi özgür
iradeleriyle hareket etmek ister.
2. Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın, her
zaman güzeldir.
3. İster güzel olsun ister çirkin, her kadın aslında bir cadıdır. !!!





SEVGİ KAŞIKLARI

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece
sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasında ne fark vardır?"
"Bakın göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden
gönüle indirememiş
olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi
oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve
arkasından da, derviş
kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup şöyle yiyeceksiniz"
diye bir de
şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs
etmişler. Fakat o da
ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp
saçmadan
götüremiyorlar
ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,
öylece aç
kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi
gerçekten bilenleri çağıralım
yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile
gülümseyen ışıklı insanlar
gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her
biri uzun boylu
kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki
kardeşine uzatarak içmişler
çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve
şükrederek kalkmışlar
sofradan."İşte" demiş ermiş: "Kim ki hayat sofrasında
yalnız kendini görür
ve
doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini
düşünür de
doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz şunu da
unutmayın; hayat pazarında alan değil veren
kazançlıdır her zaman..
 
Üst