Neler yeni

Yeni mesajlar Yeni konular En çok mesaj En çok tepki En çok görüntülenen

melek ata

🌟Usta Tasarımcı🌟
Katılım
1 Nis 2008
Mesajlar
424
Tepkime puanı
10
zaman buldukça bu bölümü okumaya çalışıyorum gerçekden güzel paylaşımlarınız var devamını bekliyorum emeginize sağlık
 

tolgacetin72

🌱Yeni Üye🌱
Katılım
8 Haz 2008
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Çok güzel açıklanmış, herşey belirlenmiş, tarif edilmiş, tanımlamış, fakat bunları öğrenip bunlara göre davranırsak insanlıktan çıkarız diye düşünüyorum. Zaten başarının formülünü verenler de bunu amaçlıyor olmalılar! Şöyle olmalı, böyle yapmalı vs vs. Bunları düşünüp uygulayan kişi tamamen teknik bir makineye dönüşebilir! Bu ise yaratıcı kabiliyetinin bitmesi anlamına gelecektir. Kendi içinde bir zıtlık barındırıyor aslında.:) Hiçkimse sürekli bir başarı grafiği sergileyemez, sergilemek için kendini zorlaması kişiyi mutsuz yapacaktır. Başarı, yaratıcı fikir ve ilham kişinin hesapsız kitapsız bir zihne sahip olmasıyla mümkün. Bu gibi tekniklerle para kazanabilirsiniz fakat gerçek anlamda yaratıcılık sergileyemezsiniz! Zaten reklam-iş dünyası da bunu hedefler. Gerçek sanatı ve yaratıcılığı kaldıramaz.:)
 

majestecan

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
10 Mar 2008
Mesajlar
109
Tepkime puanı
1
Teşekkürler ablacım süper bir konuya değinmişsin; Kendi işimi yapmayı planlıyorum ve bu değindiğin konularla nasıl baş edeceğimi düşünüyor ve bazen gözümü korkutuyor bu yazıdan sonra aklımdaki bir çok soruya cevap bulmuş oldum
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Ofke Kontrolu

ÖFKE KONTROLÜ

Çoğu zaman kişinin kendine olan güvensizliği belirli durumlarda onların aşırı reaksiyon vermelerine neden olur. Bir konu hakkında bilgisi olmayanlar bu açıklarını kapatmak için agresif bir tartışmanın içine atarlar kendilerini. Bu noktada öfke göstermeye başlamak son derece kolay hale gelir.

Eğer birisi sizin bakış açınızı görmeyi reddederse bir vahşi haline gelebilirsiniz. Böyle bir anda ya sizin görüşlerinizi kabul edecektir ya da sonuçlarına katlanacaktır!

Maalesef donanımlı, insanla iletişim konusunda beceri sahibi eleman yetiştirmek hâlâ pek çok yönetici için lafta kalan uygulamalar olmakta.

Herhangi bir arkadaşınızın yapacağı basit bir şaka ya da aile üyelerinizin sizi hedef alan bazı sözleri sizi öfkeye itecek tetikleyiciler olabilir. Size bunu özellikle yaptıklarını düşünebilirsiniz. Belki de aklınızdan kimsenin sizi sevmediğini, sizi kızdırmak için ellerinden geleni yaptıklarını düşünebilirsiniz. Belki akşam işten eve dönerken çok yoğun bir trafikle boğuşmak zorunda kaldınız. Çok öfkelendiniz ama bu eve döndüğünüzde eşinize, çocuğunuza bağırıp çağırarak rahatlamanıza sebep olmamalı.

Öfkenizi kontrol etmeyi öğrenmelisiniz. Çünkü bu öfkenin sonucunda davranışlarınızın neler olabileceğini tahmin edemeyebilirsiniz. Öncelikle REAKSİYON VERMEYİN. Bunun yerine DURAKLAYIN-DÜŞÜNÜN ve HAREKETE GEÇİN. Öfkelendiğiniz anda eğer müsait bir yerde iseniz öncelikle yüzünüzü yıkamanızı tavsiye ederim. Bu fiziksel anlamda gerginliğinizin azalmasına yardımcı olacaktır. Öfkelenmenize neden olan olayı düşünün. Bu olayda sizi neyin kızdırdığını düşünün. Bunun sizi neden kızdırdığını düşünün. Böyle bir durumda neler yapabileceğinizi ve sonuçlarının neler olabileceğini düşünün. Bunları kendinize yakın bulduğunuz arkadaşlarınızla konuşup tartışabilirsiniz.

Unutmayın ki davranışlar duyguların, duygular da düşüncelerin etkisinde ortaya çıkar. O yüzden her davranışınızın temelinde yatan düşünceleri sorgulamanız öfkenizin kontrolünde bir adım daha atmanıza yardımcı olacaktır.

Sevgiyle kalın.

(Necmi Erfidan'dan alıntıdır.)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Mutlu olmak ıcın

MUTLU OLMAK İÇİN


Mutlu olmak elinizdedir. Olumluluk Psikolojisi alanında devam eden araştırmalar mutlu insanların davranış şekillerini ve düşüncelerini belirlemeye yardımcı oluyor.

Son araştırmalara göre genleriniz mutluluk seviyemizin %50'sinden sorumlular. Hayatımızdaki şartlar da %10'luk bir kısmı oluşturuyor. İyi haber ise kalan %40'ın bizim yaptığımız seçimlere bağlı olmasıdır. İlave olarak araştırmalar hedeflerinize ulaşmak ve mutlu yaşamak için potansiyelinizi en üst düzeye çıkarmada gerekli faktörleri ve becerileri belirlemektedir. Bu önemlidir çünkü mutlu olduğunu hissetmenin faydaları çoktur. Bunlardan bazıları:

* Daha sağlıklı olmak ve daha uzun yaşamak
* Daha iyi ilişkilere sahip olmak
* Daha fazla enerjiye sahip olmak
* Yeni şeyler öğrenmek için daha hevesli, istekli olmak
* Daha fazla para kazanma

"The How of Happiness" kitabında (2008) Sonja Lyubomirsky nasıl yaptığınızın ve nasıl düşündüğünüzün yaptığınız seçimleri nasıl etkilediğini tartışır. Yaptığınız günlük seçimler mutluluğunuzun kontrol altındaki %40'lık alanına denk geldiğinden hangi seçimlerin mutluluk seviyenizi arttıracağını bilmek önemlidir. İnsanların hangi seçimleri yaparak mutlu olduklarını görünce şaşırabilirsiniz. Aşağıdaki listeyi kontrol edin ve kendinizi daha mutlu hissetmek için kendi listenize eklemek isteyecekleriniz olabilir mi diye bakın. Mutlu insanlar mümkün olduğunca aşağıdakilerin çoğunu yaparlar:

* Ailenize ve arkadaş çevrenize zaman ayırın. Bu ilişkileri güçlendirin ve keyif alın.
* Sahip olduklarınız için şükretmekten çekinmeyin.
* İş arkadaşlarınıza veya yabancılara, karşılık beklemeden yardım edin
* Gelecek ile ilgili planlar yaparken iyimserliği elden bırakmayın ve bunun pratiğini sık sık yapın.
* Şimdiki zamanın, içinde bulunduğunuz anın keyfini çıkarmayı ihmal etmeyin.
* Düzenli egzersiz yapmayı ihmal etmeyin.
* Kendinize Yaşam boyu sürecek hedefler ve istekler belirleyin
* Zorlu zamanlarda esnemeyi, elastiki olmayı becerin.

Mutlu hissetmenin ödülünü alabilmek için başlayacak bir yer bulmak önemlidir. Kuvvetli yanlarınızı ve sizin için nelerin önemli olduğunu düşünün. Mutluluk seviyenizi yükseltmek için listedeki her şeyi yapmak zorunda değilsiniz. Sizin işinize yarayacak, size uygun bir veya iki strateji belirlemek en iyisidir.

Bu listeyi sizin işinize hangisi yarayacak diye kullanabilirsiniz. Sonra işinize yarayabilecek 1-2 stratejiyi günlük hayatınıza uygulamaya ne dersiniz? Bu başlarda biraz çaba isteyebilir. Etrafınızda yaptığınız seçimler konusunda size destek olacak insanların bulunmasına dikkat edin. Bu eşiniz, bir arkadaşınız ya da yaşam koçunuz olabilir. Mutluluğun nimetlerinden faydalanmaya başlayın.

(Necmi Erfidan'dan alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Yeni Yoneticilere Ipuclari

YENİ YÖNETİCİLERE İPUÇLARI


Tebrikler, İnsan Kaynakları Bölüm Müdürü sizi çağırdı ve Müdür olduğunuzu müjdeledi. Öncelikle geçmişte gösterdiğiniz başarılı performansları düşünün ve bu anın keyfini çıkarın. Muhtemelen, hemen hemen aynı anlarda içten içe bir endişe de içinizi kaplamaya başlayabilir. "Peki şimdi ne yapacağım ben?" diye hafif bir korku duyabilirsiniz. Burada başarılı olmanız ve yeni yönetici rolünüze çabucak uyum sağlamanız için yardımcı olabilecek birkaç ipucu vereceğim:

1) Sizin için çalışanların performanslarının sorumluluklarını almaktan çekinmeyin. Unutmayın siz artık bu takımın liderisiniz, onlar sizin rehberliğinize ihtiyaç duymaktalar. Bu noktadan itibaren onların gelişimi sizin işinizdir. Nitekim önce işiniz ile ilgili tüm bildiklerinizi onlara öğreterek başlamanızı öneririm. Sizin işinizi alacak kişileri eğitmeniz üstlerinizin takdirini kazanacaktır. İleride sizin için terfi imkanı olduğunda sizin işinizi alıp yürütebilecek sağlam elemanlar olduğunu bilmek herkese garanti ve huzur verecektir.

2) Hem kişisel hem de profesyonel hedeflerinizi belirlemek için kendinize zaman verin. Muhtemelen zamanında bir hedefiniz olduğu için şu an yönetici pozisyonundasınız. İşte bu yüzden şimdi yeni hedefler belirlemek için durmamalısınız. Geleceğiniz için dikkatlice düşünün. Hedeflerinizi gözden geçirmeye ve güncellemeye şimdiden başlamalısınız.

3) Problemli durumları belirlemeye ve çözümleri formüle etmeye hemen bugün başlayın. Problemlere alışana dek beklemeyin. Hemen harekete geçin ve gereken değişiklikleri yapın. Hedeflerinize ulaşmak için proaktif olun.

4) Otorite konusunda sebatkar olun. Dün beraber çalıştığınız insanlar bugün size bağlı olabilir. Yarınki ilişkileriniz asla aynı olmayacaktır. Kararlı olun, beklentileri ve her bir takım üyesinin iş gereksinimlerini düzenleyin, belirleyin. Onlardan ne beklediğinizi anlamalarını sağlayın. Hala arkadaş olarak kalabilirsiniz ama artık "kanka sohbetlerine" yer yoktur.

5) Bütün kaynaklarınızın farkına varın. Size bağlı her bir çalışanın beceri envanterini çıkartın. Her birinin güçlü olduğu ve geliştirilmesi gereken alanları nelerdir? Güçlerini kullanacak şekilde örgütlenin ve ihtiyaç duydukları alanlarda gelişmelerini sağlayın. Karşılaştığınız her problem veya proje için ekibinizi hazır tutun. Emin olun, personeliniz hazırsa karşınıza çok fırsat çıkacaktır!

Şüphesiz müdür olmak için pek çok kriter gerekiyor ama bu yukarıda saydıklarımız kritik ve ilk günden değerlendirilmesi, başlanması gerekenler. Bunları yaparak yöneticiliğe geçişinizi çok daha kolaylaştırabilir ve kariyer geleceğinize yatırım yapabilirsiniz.

(Necmi Erfidan'dan alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Basarinin Sirri

BAŞARININ SIRRI

Çok çalışmasına rağmen neden başarılı olamadığını merak eden pek çok arkadaşımız, tanıdıklarımız olmuştur hayatımızda. Bazen geceler boyunca mesailere kalınmış, bazen de tatillerden vazgeçilmiştir. Ama nedense emeklerinin karşılığını alamamışlardır.

Siz hiç bugün maratona başlayıp yarın dünya şampiyonu olan bir sporcu gördünüz mü? Her zaferin, her başarının arkasında mutlaka uzun ve sürekli çalışmanın izlerini fark edersiniz dikkatli baktığınız zaman. Tabii ki burada amaçsız, plansız, yönsüz çalışmalardan bahsetmiyoruz. Zaman zaman rastlantısal bazı başarılar elde ediyor olabiliriz ama bunlar gelip geçici başarılar olacaktır. Unutmayınız ki durmuş saatler de günde iki kez doğru zamanı gösteriyor. Aynı davranışları sergileyip farklı sonuçlar ummak pek akılcı bir durum olmasa gerek.

Öncelikle uzun ve kısa vadeli hedeflerimizi belirlememiz gerekiyor. Daha sonra da bu hedeflere ulaşmamızı sağlayacak hareket planımızı oluşturmalıyız. Adımlarımızı planlamalı ve bunları kendi içerisinde öncelik, basitlik, zaman senkronizasyonu gibi alt başlıklar altında sıralamalıyız.

Hedeflerinizi yazın. Hedefleriniz mutlaka yazılı olsun. Nereye ulaşmak istediğinizi açık ve net olarak yazın. Zaman zaman da hedeflediğiniz noktada bir değişiklik olup olmadığını kontrol edin. Çünkü ekonominin, iş hayatının, sosyal yaşantının şartları sürekli değişiyor, siz de hedeflerinizi bu doğrultuda revize etmelisiniz.

Hedeflerinizi ufak parçalara ayırın. Bütüne baktığınızda ümitsizliğe kapılabilirsiniz. Belki daha önce hiç başarılamamış bir şeyi başaracaksınız. 1912 yılında 100 metre rekoru 10.6 saniye iken 1968 yılında 9.9 saniye oldu. Sonraki yıllarda ise bu rekor birkaç defa kırıldı. Peki ne oldu da insanlar 10 saniyenin altına inmek için 56 sene bekledi. Çünkü birisinin bu rekoru kırması diğerleri için de cesaret verdi. Bu işi yapılabilir kıldı. Sihirli kelime "cesaret!" Hedeflerinizi mümkün olduğunca parçalara ayırın ve önce en kolaylarından başlayarak zor hatta imkansız denenlere doğru ilerleyin. Birer birer gerçekleştiklerini gördükçe moraliniz yükselecek, kendinize olan güveniniz artacak ve en önemlisi bütün mental blokları yıkmış olacaksınız.

Sürekli çalışın. Çalışmalarınız sürekli olsun. Sürekli ve sistemli çalışmalar her zaman başarılı olmanızı sağlayacaktır, tabii nereye doğru yol aldığınızı bilmeniz kaydıyla. Dümensiz bir yelkenliye esecek kuvvetli rüzgar onu kayalara da savurabilir. Adım adım ve sürekli çalışmayı asla bırakmayın. Her gerçekleştirdiğiniz ufak hedefler için kendinize ve takım arkadaşlarınıza küçük hediyeler verin. Sonunda elde edeceğiniz büyük hediye için bunlara değer inanın.

Her başarının altında sürekli, sabırlı, planlı, düzenli bir çalışma yatıyor. Başarının sırrına vakıf olanlardan olmanız umudu ile...

(Necmi Erfidan'dan alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Hayata tebessumle bakmali

HAYATA TEBESSÜMLE BAKMALI

Hayat akışımız, bizi her ne kadar belirli yerlere götürmüş olsa da, bir gün bir şekilde yolun kenarında eskiyi yansıtan çocukluğumuza gidebiliyoruz. Yaşımız ve mevkiimiz ne olursa olsun gün gelipte bir gün geçmişimizle konuşabiliyoruz. Bakın o anlardan birine çok güzel bir örnek;

Ünlü basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte Eminönü'de geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarşı, Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı derken Yeni Cami'nin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı. Sonra simitçiye yaklaştı:

- Simit'in kaça koç ?
- 300 bin abi. Çıtır çıtır.
- Tezgahta kaç simit var ?
- 70-80 tane var herhalde...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- Seksen desek 24 milyon.
- Al sana 30 milyon... Farzet ki hepsini aldım...
- Sağol abi... sağol...

Basketbolcu üç onluk çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki eşine yaklaşıp fısıldadı.

- Hidayet sen deli misin ?
- Yooo
- Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?
- Boşver sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.
- Öyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
- Tablanın kenarı dikkatini çekti mi ?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim ?
- Hidayet !
- Yoksa ?
- Evet o tezgah, eskiden benimdi.

Bu hikayeyi Hidayet Türkoğlu katıldığı bir programda kendisi anlatmıştı. Türkoğlu yıllar sonra kendi çocukluğunu bir an da olsa o an tekrar yaşamıştı.

Melvin D. Saunders bir makalesinde; "Aslında yaşam düşündüğümüzden daha zor. Parasızlık, kötü geçen çocukluk ya da çevremizdeki diğer insanlar dış etken olarak insanın kişiliğini etkiler. Ama tüm olumsuzluklara rağmen kötü başlangıç yapıp sonra da istikrarlı, mutlu bir yasam kuran insanlar da vardır. Bu kişiler kendini yetiştirmenin ve sürekli geliştirmenin faydalarını fark etmiş, öğrenmiş insanlardır. Kişi kendini tanıma sürecini geliştirdikçe aslında içinde bulunduğu konumu veya durumu ile ilgili gerçeğin tamamen kendi bilinçli, içgüdüsel veya tepkisel seçimlerinden kaynaklandığını fark eder" der.

"Yaşamak yavaş yavaş doğmaktır" der St.Exupery. Yaşantımızın her evresinde tekrar tekrar doğmak, yapılan kıyasıya yaşam mücadelesi sonunda yinede özüne sahip çıkmak…

Gün geldiğinde illaki hepimiz belirli yollardan geçeceğiz. Yaşamı anlamlı kılan bir an da olsa hoş bir tebessümle anımsayabilmek o geçmiş güzel anıları. Olumsuzu yaşamış olsak dahi olumluya çevirmeye çalışan güzel çırpınışlarımızı.

Ali Poyrazoğlu'nun mizahi üslubuyla belirttiği hayat hikayesi her yaşın kendine özgü anlamını çok güzel ve farklı bir hoş üslupla ifade etmekte.

"Şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım. Bak hepsi Erick Satie severdi. Hatırladım.
Müziği de ayarladım. Geldiler.
20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz.
Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da ben geçtim.
Yirmi yaşım otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
"Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler. Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.
Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür.
O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.. "

Sevgiler,

(Funda Taşdemir'den alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
RİSK ALMAYI SEVERİM!

Var mısın? Yok musun?

Tek bir cevabı var, ancak iki seçenekten birini seçeceksin. Evet, varım, ya da hayır, yokum.
Ben risk almayı severim. İşte bu bir seçim.
Risk alırım da önce ne için risk aldığımı bilmeliyim dedi bir arkadaşım. Elbette bilmelisin ve ne elde etmek istediğine karar vermelisin aldığın risk sonunda. Sonunda ulaşmak istediğin bir hedefin yoksa neden risk alasın.


Risk almalı mıyız?

Ben hayatın her alanında risk alıyorum, siz de alın, diyorum ama nasıl?
Kişinin temel kişilik yapısı düşünce yapısını belirler, kişi ne düşünüyor ve nasıl düşünüyorsa duygu ve davranışları ile düşündüklerini ortaya koyar.
Aristo “Sürekli yaptığımız şey neyse, biz de oyuz. O halde mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır.” diyen sözü ile bu düşünceyi çok açık ortaya koyar.

Kendine güveni olan, kendine saygı duyan ve sorumluluk alan insan risk alır, KİM olduğunu, NE istediğini ve istediklerine NASIL ulaşacağını bilir. Ne istediğine odaklanır. Başarı, başaracağına duyulan inanç ile gelir.

Son yıllarda iş dünyasında kullanılan, yetkinlik olarak kazandırılmak istenen “proaktif düşünmek”, sorumluluk alan, kendi değer ve inançları doğrultusunda davranan, risk alabilen, birey olarak davranışlarının sorumluluğunu üstlenen aktif ve etkin insanı tarif eder. Proaktif kişinin kendine güveni öne çıkar, kendi kendine motivasyonu yüksektir, girişkendir.

Akılla birlikte duygularını da doğru kullanan kişi risk alır. Kendini tanıyan, duygu ve düşüncelerinin farkında olan, güçlü ve geliştirmesi gereken yönlerini bilen kişi kendi duygu, düşünce ve davranışlarını etkin yönetebilir. En önemli farkı yaratanın öncelikle kendini yönetmesi olduğunu bilir.


Yaratıcılık ve yenilikçilik için de risk almak gerekir.

Belirsizliğin, tehlikenin ve riskin bulunduğu konular yaratıcı kişiler için çekim kaynağıdır. Bu eğilim yaratıcı kişilere doğal gelir. Yaratıcı insan merak eder, öğrenmek ister ve risk alarak daha önce yapılmamışı düşünür. Farklı görüş ve davranış sahibi kişiler yeni fikirler geliştirir.

Cesaret ve kararlılık da risk almayı kolaylaştırır. Cesur kararlarla risk almak ve sorumluluk yüklenmek kişileri yönetici ve lider pozisyonlara götürür.


Başarılı olmak için risk almalı, almalı elbette, ama nasıl?

Başarı ve gelişim için riskten bahsettiğimizde hesapsızca, macera için kendini riske atan kişiden değil, merak, coşku, araştırma, bilgi ve birikimle oluşmuş algılama ve yorumlama yetenekleri ile risk alan kişiden bahsediyorum.

Kişinin öncelikle kendini iyi tanıması gerekir. Bu nedenle kişisel SWOT yapmalarını, kuvvetli ve zayıf yanlarını, yaşamlarındaki fırsatları, kaynakları ve tehlikeleri önceden görmeleri keşif sürecini hızlandırıyor ve kendimiz ile ilgili daha çok şey bilmemizi sağlıyor.

Bu konuda testler ve envanterlerden yararlanmanızı öneririm. Bu analizlerle amaç, kişinin bakış açısı, karakter özellikleri, amaç ve hedefleri, değerleri, korkuları, tehditleri, olanakları, kaynakları açısından kendisini keşfetmesini sağlamak ve elimizdeki bilgi, duyduğumuz istek ile harekete geçmesini sağlamaktır.

Kişisel SWOT analizi yaparak, değerlerimizi keşfedip, beceri ve yeteneklerimizi ortaya çıkartıp, yüreğimizi dinleyip aklımız ile yolculuk planı oluşturabiliriz. Bu bizi riskli yolculuklara hazırlar.


Hayatın her alanında risk alabilme davranışı öğrenilebilir mi?

Birçok davranış ve alışkanlık gibi risk almak da öğrenilebilir. Ancak burada ben risk almak değil de, etkin ve aktif kişi olmak öğrenilmeli diyorum. Yaşamı istediğimiz gibi sürdürmek ve hedeflerimize ulaşmak risk almayı gerektiriyorsa var olan kaynaklarımız ve eylem planımız doğrultusunda risk almalı ve gereken yapılmalı, tüm bunlar kişinin kendi seçimi olmalıdır.

Bugün kim olduğumuz, ne yaptığımız dünkü tercihlerimizin sonucudur. Yarın kim olacağımız, BUGÜNKÜ KARARLARIMIZIN, seçimlerimizin ve çabalarımızın sonucu olacaktır. HER İNSAN KENDİ HAYATININ MİMARIDIR. Herkes zihninin iç yaklaşımlarını değiştirerek, yaşamının dış özelliklerini değiştirebilir.

KENDİNİZİ KEŞFEDİN ve HAREKETE GEÇİN…


Sözlerimi çok sevdiğim bir şiirle bitirmek istiyorum…

An’lar
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi,
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu, hayali olanların yerine
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eğer...
Yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten.
Anlar sadece anlar.
Siz de sadece anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte seksen beşindeyim ve biliyorum, Ölüyorum…
BORGES

(Yasemin Sungur'dan alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
İmaj

İMAJI, GÜCE DÖNÜŞTÜRMEK…

Bugün, bu yazıyı okuduktan sonra çevrenizdeki insanlara şöyle bir bakın. Göreceksiniz ki başarılı olanlar, aynı zamanda bunu dışarıya yansıtabilenlerdir... Kariyerlerinde olumlu bir fark yaratmayı başarabilenlerdir... 1960’lı yıllarda Mehrebian ve Ferris tarafından yapılan araştırma sonuçlarının önemini anlayabilenlerdir... Bu iki bilim adamı insanların bizi algılamasında söylediklerimizin etkisinin yüzde 7, söyleme tarzımızın yüzde 38 ve beden dilimizin etkisinin ise yüzde 55 olduğunu gösterdi. Ve o zaman anladık, insanlar gördüklerine inanıyor.

Günümüz koşullarında iyi bir yöneticinin sadece teknik bilgiye ve iyi bir eğitime sahip olması yeterli değil. Çünkü artık iş dünyasında rekabete hazırlanan herkes, teknik donanımını üst seviyede sağladıktan sonra yola çıkıyor. Farklılık yaratmak, bir adım önde olabilmek ya da farkedilmek içinse ‘sihirli dokunuşlara’ ihtiyaç duyuluyor. Yani iyi bir “imaj yönetimi”ne...

İş yerimizde ya da herhangi bir sosyal ortamda yeni birisiyle tanıştığımızda, bilinçaltımızda o kişinin bir fotografını çekeriz sonra da yine bilinçaltımızda o kişi hakkında yargılara varırız. Kıyafetine, tavırlarına, konuşma tarzına, duruşuna bakarak o kişi hakkındaki ilk izlenimlerimizi oluştururuz. Hem de 30 saniye gibi kısa bir zaman aralığı içinde... Çoğu zaman sonradan doğrulanan ilk izlenimlerimizi, 6’ncı hissimizin kuvvetli oluşu ile açıklarız. Bazen de sadece “Onu ilk gördüğümde iyi bir yönetici olamayacağını hissetmiştim” deriz. Peki sadece ilk izlenimleri yönetmekten mi ibarettir imaj yönetimi? Kesinlikle hayır; önemli olan olumlu ilk izlenimleri yaratmak ve bu izlenimleri devamlı ve tutarlı kılmaktır.

Aslında yapmanız gereken, vermek istediğiniz mesajları belirleyip giyim tarzınız, beden diliniz, iş etiketiniz ve diğer becerilerinizle bu mesajları çevrenize doğru şekilde yansıtmak... Mesajlarınızı seçerken ise mesleğinizi, şirketinizi, şirketinizin içinde bulunduğu sektörü ve kurumsal kültürünü göz önünde bulundurmayı unutmamanız gerekiyor. Bir kurumun imajı, kurum kültürü, marka imajı, ofisinin dekorasyonu ve çalışanlarının imajı ile bir bütündür. Peki imaj yönetimindeki bütünlük sadece görsel içeriklli midir? Başka bir deyişle, vermek istediğiniz mesajları sadece içinde bulunduğunuz ortamlar mı belirler? Peki ya sizin hissettikleriniz, düşünceleriniz? Onlar bu resmin neresinde? İşte tüm bu soruların cevabı ‘bütünleşik imaj’ da gizli... Bütünleşik imaj, içinizden gelen mesajları dışarıya doğru verebilmenizi sağlayan bir yöntem... Çalışma biçimi ise gayet basit... Önce kendinizi dinleyin, analiz edin ve çevrenize vermek istediğiniz mesajları belirleyin. Ondan sonra içselleştirdiğiniz ve tüm benliğinizle vermek istediğiniz mesajları dışarıya en doğru şekilde nasıl verebileceğinizi araştırın. Hayatınızın her alanında bu mesajları tutarlı bir şekilde verin. Bırakın, kıyafetleriniz, beden diliniz, sosyal ve iş etiketiniz, yönetsel becerileriniz, ofisinizin dekorasyonu, iş ortamında kullandığınız aksesuarlar ve özel hayatınızda size ait alanlar, ‘sizi’ anlatsın.

Evet şimdi yeniden başa dönelim. İş hayatında başarılı olan kişileri hatırlayın. Eğer yeterince dikkatliyseniz, başarılı olmuş ve en önemlisi başarılarını devam ettirebilmiş bu kişilerin sürekli, başka bir deyişle “tutarlı” bir imajları olduğunun farkına varabilirsiniz. Bu süreklilik o kişilerin bilinçli ya da bilinçaltında “bütünleşik imaj” kavramını uygulamalarından ileri gelmektedir. Kendileriyle barışık, hayatta yapmak istediklerini, ulaşmak istedikleri amaçları dolayısıyla çevrelerine vermek istedikleri mesajları içselleştirmiş, bunları son derece doğru bir şekilde kılık kıyafetleri, beden dilleri, konuşma tarzları, çevrelerindeki insanlara davranış biçimleriyle yansıtabilmiş kişilerdir bunlar. Bir yöneticinin, başarılı bir profesyonelin, bir iş sahibinin yetkin olması gereken konuların sadece teknik konular olmadığının bilincindedirler... İyi bir toplantı yönetiminin, zaman yönetiminin, öncelik belirlemenin, etkili sunumun da profesyonel imajlarının önemli bir kısmını oluşturduğunu bilirler. Sadece bilmekle kalmaz, uygularlar. İşte bu da bütünleşik imajın gerçek hayattaki gücüdür.

Eğer içinde bulundukları ortam yani çalıştıkları şirket, kişilerin sahip oldukları ya da olmak istedikleri imaj ile uyuşmuyorsa o zaman hayat boyu bir iç çatışma yaşar insan. Bu nedenle önce siz ne istediğinize karar vermeli daha sonra dış etkenlerle isteklerinizi asgari müşterekte buluşturmaya çalışmalısınız. Bu size –mış gibi yapmamanın, gerçek sizi yansıtmanın getirdiği bir iç tatmin, huzur ve mutluluk da verecektir. Oynamıyor, gerçekten yaşıyor olacaksınız. Herşeyinizle...

Bir süre durup düşünelim, bir adım geri çekilip kendimize dışarıdan bakmayı deneyelim. Yöneticimize bakalım. Hata bulmak amacıyla değil, düzeltilmesi gerekenlerin farkına varıp harekete geçmek için... Unutmayın imajınız, kendinize gösterdiğiniz özen, kişiliğiniz, çevrenize saygınızdır. İmajınız başkalarının gözündeki ‘siz’dir. Kendinizi bu güçten yoksun bırakmayın.

(Rana Özşeker'den alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
KİŞİSEL MARKA OLMAK İSTER MİSİNİZ?


İnsan marka olur mu?


Olur diyelim, eğer olursa, marka olan nedir? Kişinin kendisi mi? Yaptığı işler mi?
Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?
Sizin markanız kim?
Vazgeçemediğiniz, yürekten bağlandığınız, örnek aldığınız bir marka var mı?
Siz bir marka olsaydınız hangi marka olurdunuz?
Markanızın değeri ne olurdu?
….. ?


Neden marka kişi olmalısınız?

Günümüzde hayatın her alanında marka konuşuyor, markayla yaşıyoruz. Marka olmadan/marka yaratmadan istediğimiz başarıya ulaşamayacağımızı söylüyorlar. Ülke, şehir, kültür olarak, turizmde, modada, sporda, siyasette.
Neden?
Çünkü hız çağındayız, hepimiz çok hızlıyız. Karşımızdakini tanımaya ayıracak çok zamanımız yok. Bakıp, görüp, duyup hemen anlamak istiyoruz.
Çünkü kısa zamanda hedeflerimize ulaşmak istiyoruz.
Çünkü tercih edilmek istiyoruz. Parlayan yıldız olmak istiyoruz.
Çünkü değerimizi artırmak, yüksek ve istikrarlı kazanca sahip olmak istiyoruz.
Çünkü tanınmak, sevilmek ve sosyal hayatta “iyi bir yerde” olmak istiyoruz.
Her gün her yerde bana soruyorlar, insan marka olur mu? Olursa nasıl olur? Marka olan kişinin kendisi mi? Yaptığı işler mi?
Cevabım evet, insan marka olur. Hem kendisi, hem yaptığı iş marka olur. Kendisi olmasa, yaptığı iş nasıl marka olacak ki? Ben de onlara şu soruyu soruyorum. Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?


Herkes marka olabilir mi?

Evet, olabilir. Eğer isterlerse olurlar.
Ya herkes marka olursa?
Olsun, ne zararı var, korkmayın. Keşke herkes marka olmak istese... Düşünsenize bir şirkette 10 yönetici, hepsi kendi alanında kişisel marka, marka olmak için uğraş veriyorlar. Her birinin hedefleri belli, eylem planları var, mesajları açık, başarıya odaklanmışlar. Ve bu ekip birlikte çalışıyor. Yarattıkları ortak aklı bir düşünün. Kendi başarıları için, yaptıkları işte başarılı olmalılar. Motivasyonları yüksek, kendine güvenen, örnek gösterilen, sosyal yaşamda yeri olan kişiler hepsi.
Bu yöneticilerin ekipleri ile çalışması nasıl olur?
Ya şirket hedeflerine bakışı?
Cevabı hayal gücünüze bırakıyorum.


Ve son sözüm marka olmayı hayal eden/hedefleyen kişilere.

Hedefini belirlemiş biri olmak bir ayrıcalıktır. Yaşam anlamlı hale gelir. Hedef belirlemek kolay bir iş değildir. Hedefinizi belirlediğinizde, sizi boğan sisler dağılıverir. Güneşin pırıl, pırıl aydınlattığı bir yolda yürüyüşe çıkmaktır gerisi. Hele birde tutkuyla bağlandıysanız hedeflerinize, kim tutar sizi?
Sıradanlığı bırakın, önemli olan kartvizitinizdeki unvan değil, içinizdeki siz olsun, kendinizi yaptığınız işe adayın, en iyisini siz yapın, yaratıcı çözümleri arayın ve bulun…

(Yasemin Sungur'dan alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Beden Dili

7’DEN 70’E BEDEN DİLİ…


Büyük liderleri düşünün... Neredeyse hepsi birer iletişim dehasıdır. Tutkularını hissedersiniz onlar konuşurken, inançlarını... Biraz dikkatli, bakarsanız, size bu gücü hisssettiren şeyin aslında onların sözleri değil, beden dili olduğunu göreceksiniz.


Beden dili nedir?

Peter Clayton beden dilini hepimizin anlayabileceği kadar basit bir şekilde tanımlıyor. “Normal konuşma hızımız dakikada ortalama 100-120 kelimedir.Aynı süre içinde ortalama bir insan yaklaşık 800 kelime “düşünür. Beden dili, işte bu söze dökülemeyen düşünce ve duyguların dışa vurum şeklidir.” Tarihin ilk zamanlarında itibaren iletişim kurmak için kullandığımız araçlardan biri olan beden dilimiz ilk defa kim tarafından dile getirilmiş dersiniz? Desmond Morris? Daha geriye gidin lütfen... Charles Darwin? O tabii ki modern anlamda ilk inceleyen kişilerden biri olmasına rağmen siz biraz daha geriye gidin... Bulamadınız mı? Romalı filozof Çiçero “ruhun tutkularının ve duyguların beden hareketleriyle ifade edildiğini” söyleyerek bu konuyu incelemeye başlamış. Sağlıklı ve iyi bir iletişim kurmak için beden dilinin ve kelimelerin birlikte ve paralel olarak kullanılması gerektiğini görmüş.

Gerçekten de iş hayatımızda da, özel hayatımızda da aslında ne kadar önemli beden dilinin farkında olmak... Bazen bir mülakata girersiniz ve karşınızdaki kişinin size bir bakışı, bir jesti ya da sadece oturuşu sizi bir anda rahatsız eder. Çocuğunuz siz yapmadığı ödevleri için ona kızarken ya da kızdığınızı zannederken, size gülerek bakabilir. Eşinize ya da arkadaşınıza o an ne kadar mutlu olduğunuzu söylediğiniz de, karşınızdakinin size şüpheli bir bakış attığını görebilirsiniz. Bazen bu ufak detayların farkına varmayız, bazen kızar bazen de önemsemeyiz.

Aslında biraz düşünsek, insanların kulaklarından çok gözlerine inandığını hemen bulur, farkederiz. Bizler gördüğümüz ve duyduğumuz arasında bir uyumsuzluk sezinlersek, gördüğümüze inanırız ancak bunu farkında olmadan yaparız. O yüzden sezgilerimizin kuvvetinden, altıncı hissimizin öneminden, insan sarrafı oluşumuzdan dem vururuz.


Tek bir kaş hareketiyle karşımızdakine bağırabiliriz.

“Ruhun gizemi bedenin hareketleri ile açığa çıkar.“ der Michelangelo. Karşımızdaki kişilerin beden hareketleri, mesafe ve alan kullanımı, dokunuşları ve sesini kullanışı o kişinin beden dilinin en önemli parçalarıdır ve biz bunlara bakarak bir takım kararlar veririz. Nasıl oturduğumuz, nasıl durduğumuz, mimiklerimiz, jestlerimiz, bacaklarımızın konumu bunların hepsi karşımızdaki kişinin o anki ruh hali ile ilgili bilgi verir. Duygularımız nasıl da yansır bedenimize, nasıl da kendimizi ele veririz elimizin bir hareketi ya da yüzümüzdeki bir mimik ile. İstemeden oluşan bir şaşkınlık ifadesi, ya da kızgınlığımızı gösteren kaş hareketi biz söylemesek de bize bakan kişilere neler hissettiğimizi bağırarak anlatır.


Pazarlıkta ve politikada “poker face”

Pokerci yüzü (Poker face) yurtdışında çok kullanılan bir ifade. Bildiğiniz gibi kendisini, beden dilini kontrol altına alacak şekilde eğitmiş, bu konuda usta olmuş kişiler için kullanılıyor. Son James Bond filmini seyredenler hatırlayacaktır, poker oyununun oynandığı o son sahneleri... Ve oyuncuların kimse ne düşündüklerini, ne hissettiklerini anlayamasın diye gözlük taktıklarını ya da bilinçli olarak mimiklerini kontrol ettiklerini... Yine de bir an geliyor ki kontrol mekanizmanız ne kadar iyi olursa olsun, bir şekilde kendimizi ele verebiliyoruz. Karşımızdaki bu konuda iyi yetişmiş bir kişiyse o anki hareketimizi farkediyor ve yorumluyor.

İş hayatında ya da politik arenada pek çok ortamda ama özellikle pazarlık söz konusu olduğunda bu yetenek önem kazanıyor. İnsanların siz ilk gördükleri anda, unutmayın ki, sizinle ilgili izlenimlerinin %93’ünü sizin görünüşünüze ve ses kullanımınıza başka bir deyişle beden dilinin de parçası olduğu sözsüz iletişiminize göre oluşturuyor. Mahrebian ve Ferris’in yıllar önce ortaya oyduğu bu gerçeği bilmenin ve kendi lehinize kullanmanın size kazandıracağı gücü düşünebiliyor musunuz? O zaman öğrenmek ve kullanmak için ne bekliyorsunuz?


Eskimo’yla Akdenizlinin beden dili bir olur mu?

Beden dilinin içinde yetiştiğiniz ve yaşadığınız toplumla olan ilgisinden bahsetmezsek olmaz. Her kültür kendi inaçları, değerleri ve yaşam tarzı çerçevesinde iletişim araçlarını oluşturur. Eskimoların beyaz sözcüğü karşılığında 17 ayrı kelime kullandığını biliyor muydunuz? Sembollerin, hareketlerin, renklerin, beden dilinin mutlaka içinde bulunduğunuz ülke ya da toplum dikkate alınarak yorumlanması gerekir. Uzakdoğu gibi beden dilinin az kullanıldığı, insanların duygularını kontrol etmek ve gizlemek üzerine kurduğu bir toplumda, Türkiye’deki kadar çok mimik ve jest kullanımı sizin saygınlığınızı gölgeleyecektir. Diğer taraftan kendinizi duygularınızı göstermemek üzere planladığınız ülke bir Akdeniz ülkesi ise o zaman muhtemeler soğuk, donuk bir kişi olarak nitelendirilecek ve belki de dile getirdiğiniz duygularınızın samimiyetinden şüphe edilecektir.

Başka ülkelerle iş yapıyorsanız ya da yabancılarla çalışıyorsanız bu konuda kendinizi yetiştirmeniz gerekir. Yanlış anladığınız ya da yanlış anlaşıldığınız için rahatsız olacağınız bir iş görüşmesinden verim bekleyebilir misiniz? Ya da sadece bu yüzden bir iş kaybetseniz, kendinizi suçlamaz, hiç üzülmez misiniz? Bir yabancı sizin kültürünüze ait bir davranışı, bir alışkanlığı, bir yaşam kuralını öğrense ve uygulamak için çaba gösterse, kendinizi değerli hissetmez misiniz? Kesinlikle o kişi için önemli olduğunuzu düşünür ve sizin için çaba göstermesinden mutluluk ve gizli bir gurur duyarsanız. Neden karşımızdakilerin de aynı duyguları yaşamasına izin vermeyelim? Bunu yapmanıza engel olacak şey ne olabilir ki?


Ama yorumlarken dikkat...

Anlayalım tabii karşımızdakileri... Ve bunun için çaba da sarf edelim. Unutmayalım ki her ne olursa olsun, beden dilimiz, kafanızdaki düşüncelerinizi bir şekilde ortaya koyacaktır. Ancak, beden dilinin tercümeye ihtiyacı vardır ve tek başına gerçekleri anlatıcı kriter olarak da görmeyelim. Bu konuda bizleri bekleyen en büyük tehlike, o anda içinde bulunduğumuz şartları, karşımızdaki kişiyi ve diğer etkenleri dışarıda tutarak sadece beden dilini kitaplarda yazılı olan anlamlara göre değerlendirmektir.


Beden dilinizi kontrol edin, başarılı olun

Sadece iş hayatınızda değil, hayatınızın her alanında etkin olmak, etkili olmak için beden dilinizin farkına varın ve yönlendirebileceğiniz, kontrol edebileceğiniz kısmı, amaçlarınız doğrultusunda kullanın. Önemli olan mimiklerinizin, jestlerinizin, duruşunuz ya da oturuşunuzun söyledilerinizi destekler nitelikte olması. Bir kişiyi dinlediğinizi söyleyip aynı zamanda ona bakmıyor ve başka bir şeyle ilgileniyorsanız ya da geriye doğru yaslanıp donuk bir yüzle o kişiye bakıyorsanız, karşınızdaki kişi size inanır mı? Siz kendinize inanır mıydınız?

Büyük liderleri düşünün. Neredeyse hepsi birer iletişim dehasıdır. Sözleriyle ve beden dilleriyle sizi başka dünyalara götürürler. Tutkularını hissedersiniz onlar konuşurken, inançlarını… Onların gözünden bakarsınız o anda dünyaya ve tüm desteğinizi koyarsınız ortaya… Ya siz, siz de insanları etkilemek istemez misiniz? O halde hemen çalışmaya başlayın. Başarıya bir adım daha yaklaşın. Beden dilini öğrenmenin, onu doğru kullanmanın yaşı yok. 7 yaşında da olsanız, 70 yaşında da, öğrenecek ve uygulayacak çok şey var…

(Rana Özşeker'den alıntıdır)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
iletisim

İLETİŞİM

İletişim, bir bireyden diğerine bilgi ve anlayışın aktarılması, anlamın paylaşılmasıdır. İletişim, insanların birbiriyle ilişki kurma aracıdır. İletişimin bir gönderici bir de alıcı öğeleri var. Göndericinin mesajı alındığında iletişim tamamlanmış olur. Alıcıdan göndericiye geri besleme yapıldığında bu iki yönlü iletişimi oluşturur.

İletişim tüm insan ve grup ilişkilerinde önemli. Onların kişiliklerini, değer yargılarını, düşüncelerini anlamayı sağlıyor.

İletişim, duygu, düşünce, bilgi aktarmaktır. Fark etmeyle başlar, algılamaya dayalı bir süreçtir; anlaşılmak ister. Dolaylı yollarla yapılan bilgi alışverişi iletişim olmaz. Tek yanlı bilgi iletimi de iletişim değildir.

İletişim kişiye değil kişiyle yapılır.

Kişilerin anlatma eylemlerinin amacı da anlaşılmak olduğuna göre iletişimin önemi çok açık. "anlaşılmak"

İletişimi başlatan kişi açısından; iletişimde anlamın kodlanması, verilecek mesaj, iletişimin biçimi ve gönderme becerileri önem taşır. Yapılan araştırma sonuçlarına göre iletişimi gönderme becerilerinde oransal büyüklükler şöyle:

Kelimeler % 10
Ses tonu % 30
Beden dili % 60 yani beden dili en etkili iletişim aracı

İletişimde bulunulan kişi açısından iletişim ise; dinleme, anlama ve geri bildirimdir. Dinleme; önemsememe, seçici dinleme, dikkatle dinleme, empatik dinleme şeklinde olabilir.

İletişimde bazı genellemeler iletişimi güçleştirir. Örneğin 'mühendislik eğitimi alanlar maliyet düşünmezler' ya da 'teknik bir işletmede insan ilişkileri zayıftır' gibi genelllemeler ve önyargılar da iletişimi güçleştirir (Kötü insan ne söylese kötüdür gibi).


ÖRGÜTLERDE İLETİŞİM

Bütün toplumsal etkileşimler iletişim içerir. İletişimin olmadığı yerlerde örgütler olamayacağına göre; iletişim örgüt için önemlidir. Örgütlerde üç tür iletişim sistemi vardır. Bunlar; biçimsel (resmi), biçimsel olmayan (doğal) ve örgüt dışı iletişim sistemleridir.

A. Biçimsel (resmi) iletişim:

Organizasyonun hiyerarşik yetki yapısı biçimsel iletişim sistemini şekillendiriyor. Organizasyon içindeki ve organizasyonun çevresi ile bilgi akışını sağlayan kanalları ifade ediyor. Etkin bir yönetimin olması, iletişim kanallarında, bilgilerin serbestçe dolaşımına izin verecek sistemin varlığına bağlı. Örgütlerde biçimsel iletişim dört yönde hareket ediyor.

1. Yukarıdan Aşağıya Doğru (hiyerarşik) İletişim

Organizasyonun hiyerarşik yapısı içerisinde, tepedeki yöneticiden başlayıp, emir komuta zincirini izleyerek aşağıya doğru uzanan iletişimdir. Bu iletişimde; işletmenin politikaları, kuralları, emirler ve bilgi talepleri iletimde rol oynuyor. Yukarıdan aşağıya doğru iletişim genellikle, yalın bir dille, anlaşılır, yoruma yer vermeyecek biçimde yazılı olmalıdır.

2. Aşağıdan Yukarıya İletişim

Bu iletişim; astların gerekli bilgileri üstlere verme aracı olmaktadır. Yukarı doğru iletişim genellikle astların verdiği rapor ve tepkilerden oluşur. Astlar, gerek yaptıkları iş, gerekse yönetim hakkındaki düşüncelerini üst makamlara iletirler. Modern örgütlerde görülen öneri ve şikayet kutuları, grup toplantıları gibi yöntemler bu tür iletişimi geliştirme amacına yöneliktir. Ancak, aşağıdan yukarıya doğru iletişimi engelleyen bir çok neden söz konusudur.

Bunlar;
Fiziksel uzaklık ve erişilemezlik
Her kademede bilgilerin değişikliğe uğraması
Amirin davranış ve tutumu
Astın statüsü
Gelenekler

3.Yatay İletişim

Aynı örgütsel düzeydeki kişi ve bireyler arasındaki iletişimdir. En önemli işlevi, çeşitli örgütsel birimler içinde faaliyetlerin etkinliğini ve uyumunu sağlamaktır. Özellikle modern ve büyük organizasyonlarda aşırı iş bölümünün ortaya çıkardığı farklılaşma ve uzmanlaşma, birimler arası uyumun önemini arttırmış ve bu nedenle yatay iletişimin önemi de artmıştır.

4.Çapraz İletişim

Biçimsel iletişim "yukarıdan-aşağıya", "aşağıdan-yukarıya" ve "yatay" biçimde olmak üzere üç şekilde gelişmesinin yanı sıra, bazı durumlarda iletilen bilgi ya da mesajın niteliğine göre çapraz bir yol izlediği durumlardır. Örneğin bir işveren ya da genel müdür deneme aşamasında olan bir ürün ya da makinanın teknik özelliklerini ya da sonuçları öğrenmek isterken hiyerarşik emir-komuta zincirinin dışına çıkarak çalışan bir mühendis ya da bir operatörün bilgisine başvurabilir. Bu şekildeki iletişime "çapraz iletişim" denilmektedir. Klasik yönetim biçimine göre yetişmiş insanımıza ters gelen bir iletişim biçimi olmakla beraber işlerin yapılmasında ve karar süreçlerinde etkili bir iletişimdir.

B. Doğal İletişim

Organizasyonlarda biçimsel iletişimin yanı sıra, biçimsel olmayan, yani doğal iletişim de söz konusudur. Organizasyonlarda biçimsel yapının eksik kalması nedeniyle, işgörenlerin ihtiyaçlarını karşılamada doğal grupların oluştuğu bilinen bir gerçektir. Biçimsel olmayan iletişim genellikle dedikodu ve söylenti şeklinde gerçekleşir.

C. Örgüt Dışı İletişim

Organizasyonlar açık sistemlerdir. Sürekli biçimde değişen bir çevre içinde faaliyet gösterirler.Yaşamlarını sürdürebilmek için örgüt içi iletişim kanalları kadar, örgüt dışı iletişim kanallarını da kullanmak zorundadırlar. Dışarıdan gelen bilgiler, örgütün karar merkezinde, yapısında, programlarında ve davranış biçimlerinde sürekli düzenleme ve ayarlama yapmalarını gerekli kılmaktadır.


GRUPLAR ARASI İLETİŞİM MODELLERİ

Merkezi model: Bu model otorite ve karar alma inisiyatifinin örgütün en üst yöneticisinde toplanmasını temel alan, geleneksel (klasik) örgüt yapı ve felsefesinde sıkça görülen bir modeldir. Grubun bütün üyelerinin merkezi konumdaki yetkili ile bilgi alışverişinde bulunmalarına karşın, kendi Aralarında bir iletişim yaşanmamaktadır. Modelin merkezileşme derecesi yüksek, grup tatmini az, kişisel tatmin yüksek ve iletişim hız ve doğruluk derecesi çok yüksektir.

Daire Modeli: Grupta belirgin bir lider yoktur. Bireylerin herhangi biri iletişimi başlatabilir. Grup üyelerinin birbirleriyle iletişim olanaklarının bir hayli fazla olduğu daire modelinde, bir tek kişinin iletişim kurması çok zordur. Merkezleşme derecesinin az, haberleşme kanalının ve grup tatmininin orta, önderlik tatmini, hız ve doğruluk derecesinin düşük olduğu bir modeldir.

Serbest Model: Tüm haberleşme kanallarının her zaman ve herkese açık olduğu, herkesin herkese hiçbir kısıtlama olmadan iletişimde bulunduğu bu model demokratik bir modeldir. Merkezileşme ve önderlik tatmin çok az, haberleşme kanalı sayısı ve kişisel ve grup tatmini çok yüksektir. Ancak, hız ve doğruluk derecesi bu modelde düşüktür.


ÖRGÜTSEL İLETİŞİM ARAÇLARI:

Örgütsel yapı içerisinde ilişkilerin düzenli olması kadar, bu ilişkilerin nasıl ve hangi araçlarla gerçekleştirileceği de önemlidir. Örgütlerde kullanılacak iletişim araçlarının seçiminde, araçların bilgi aktarmayı kolaylaştırıcı, mesajın biçimini ve özünü değiştirmeden, anlaşılır ve hızlı olmasına özenle dikkat edilmelidir. İşletmelerde bilgi ve haber akışını sağlamak için çeşitli iletişim araçları kullanılmaktadır. Bunlar:

1.Yazılı İletişim Araçları

Mesajın kalıcı olması istenen durumlarda iletilecek bilginin
geçerlilik ve doğruluğu kaybolmadan iletilmesini sağlamak için,
yazılı iletişim araçları kullanılmaktadır.
- Yazılı raporlar
- İşletme gazetesi
- Broşür ve el kitapları
- Afiş, ilan tahtası ve bültenler...vb.gibi.

2. Sözlü İletişim Araçları

Herhangi bir konuda işgörenleri aydınlatmak ve bilgi akışını sağlamak
amacıyla sözlü bilgi akışını sağlayan iletişim aracıdır.
- Konferans, seminerler
- Görüşme ve toplantılar...gibi.

3. Görsel İletişim Araçları

İletişim ve eğitim alanlarında kullanılan projeksiyon, tepegöz, ses ve resim prodüksiyonları ve bilgisayarla iletişimi içerir.

4. Sözsüz iletişim

İnsanların yüzlerini, vücutlarını kullanarak birbirlerine mesaj iletmeleri sözsüz iletişim sayılır.

Yüz ifadeleri: Bedenin duruş ve hareketleri ile yapılan, konuşma ve yazı olmaksızın insanların birbirlerine bir takım mesajları iletmesidir. Bu iletişim şeklinde insanların ne söylediği değil ne yaptığı ön plana çıkar. Sözsüz iletişimi de kendi içinde dört gruba ayırabiliriz. Yüzümüzdeki ifade, el ve vücudumuzun duruşu ve göz temasımız sözsüz iletişimde önemli bir yer tutar. Başı " evet hayır " anlamında sallamak, kaşları " hayır" anlamında kaldırmak tıpkı sözlü ifadeler gibi anlam taşır.

Bedensel temas: Farklı bedensel temaslar vererek karşımızdakine farklı mesajlar vermeye çalışırız. Örneğin karşımızdakinin omzunu tutmak, elini sıkmak, koluna girmenin sözsüz anlamları vardır.

Mekan kullanımı: İnsanlar, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekanlar yoluyla iletişimde bulunurlar. Başka insanlara olan uzaklığımızı ayarlayarak, onlara uzak yada yakın durarak bir takım mesajlar iletiriz. Sevdiklerimize yakın durmayı tercih ederken, daha az samimi olduklarımızla aramızda biraz daha fazla mesafe bulunmasına dikkat eder, hiç tanımadıklarımıza daha uzak dururuz. Bunlar mekan kullanma yoluyla yapılan sözsüz iletişim örnekleridir. Mekanların kullanılış şekli yakınlığın bir göstergesi olabileceği gibi statünün de bir göstergesi olmaktadır. Önde yürümek yüksek statünün göstergesidir. Yüksekte oturmak da yüksek statünün göstergesidir. Yüksek rütbeli yöneticiler, bilginler ve zenginler önde yürürler. Yargıçlar, profesörler yüksek kürsülerde otururlar.

Araçlar: İletişimde mesaj iletmek için başvurulan yollardan biri de bir takım araçlar kullanmaktır. Bunlara rozetler, takılar, belirli kıyafetler vb.araçlar çevreye verilen birtakım mesajları iletir.


Bütün canlıların ihtiyaç duyduğu iletişimin insan yaşamındaki yeri çok farklı ve anlamlıdır. Çünkü diğer canlılardan farklı olarak insan, sürdürebildiği iletişimleri inceler ve geliştirir.

Diğer canlıların da birbirleri ile derin ve anlamlı iletişim kurduklarından söz edilebilir. Ancak tüm canlılar içinde yalnız insanlar birbirlerinin rolüne girip birbirleri ile empati kurma şansına sahiptirler.

Hangi yol ya da yöntemle olursa olsun iletişim bilgiyi paylaşmada büyüme ve gelişme için gerekli ve etkili bir araç olduğuna göre; net, açık, yoruma yer bırakmayacak şekilde hepsinden önemlisi hızlı olmalıdır. İletişimin zayıflığı mesajın anlaşılamasını güçleştirir ve zaman israfına yol açar. moral bozuluğu ve motivasyon düşüklüğüne neden olur. Bilgi akışını yavaşlatır, zorlaştırır. İş verimini duşürür. Anlaşılamamak veya yanlış anlaşılmaktan korku, iletişimde karar verme sürecini de kötü yönde etkiler. Yönetime katılımı engeller.

(Alıntıdır: Kaynağı bilinmiyor)
 

evren

🏅Acemi Tasarımcı🏅
Katılım
5 Eyl 2007
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Hepsini okuyamadım ama faydalı bilgiler sunmuşssunuz, teşekkürler.
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Cop kamyonu kanunu

Bir gün bir taksiye bindim, hareket ettik. Sağ şeritte, kurallara uygun yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden ve hiçbir işaret vermeden önümüze fırladı. Taksi şoförü çok sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve bu arabaya çarpmaktan milim farkla kurtuldu.

Diğer arabanın modern görünümlü sürücüsü, camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı. Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Bu hareketi gerçekten insancaydı.

Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti!' Taksi şoförü bana, simdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolaşıyorlar; şahsi kızgınlık, öfke ve hayal kırıklıklarıyla dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar.

Sinirlerinize hakim olmazsanız, bu çöpler sizin üzerinize boşaltılacak...

Bu tür bozuk davranışları, kişiliğinize yöneltilmiş saldırı olarak algılamayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer masum insanlara dağıtmayın.

Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez...

Alıntıdır (kaynağı bilinmiyor)
 

moonlight34

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
11
Yaş
55
Yasama Dair

Kurbağa Masalı...Yaşama Dair !

Günlerden birgün ... kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış.Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:
'Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar! '

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış:
'...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar! ..'

Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye.O anda farkına varmışlar ki... kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Olumsuz düşünen insanları duymayın... Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!
 

melek ata

🌟Usta Tasarımcı🌟
Katılım
1 Nis 2008
Mesajlar
424
Tepkime puanı
10
Olumsuz düşünen insanları duymayın... Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!

ne kadar doğru bir söz tşkler paylaşımın için..
 
Üst